https://www.fisiltihaberleri.com/files/uploads/user/51e0fff3f3771b9df247ee2f30931fe8-691fcf11d51e56224ac5.jpeg
Ceylin KARAKAYA (YAZAR )

KADINLAR ÇANAKKALE’Yİ ANLATIYOR

18-03-2023 12:06

KADINLAR ÇANAKKALE’Yİ ANLATIYOR

 

Selime Ana uğradı bugün bize. Sabahleyin namazını eda etmiş de peçesini çekip bir koşu düşmüş yola. Gerçi öte mahalleden gelirken onu peçeye çarşafa bürünmüş gören üç-beş soysuzun kirli laflarını işitmiş. Gönlüne ağır gelmiş olacak ki dert yandı anamla bana biraz. “Yüzyıllardır İslamiyet’le yönetilen vatan toprağında çarşafın peçenin yadırganması bayağı bir içime dokundu. Fiilen hâlâ düşmanla harptayız lakin zihnen çoktan işgal edilmişiz.” gibi nice sözler sıraladıktan sonra, “Sabahın nurunda kapınıza gelmemin esas sebebi bu değil esasında,” dediğinde mühim bir hususa değineceğini, ziyaretinin uzun süreceğini anlayınca sedirin üstünde bezden bebeğinin saçlarını tarayan kızıma dönüp, “Yavrum, Selime Ana’ya su getir,” dedim. “Kusura kalma ana, şerbetimiz yok. Malum…”

“Ne kusuru yavrum? Bilmez miyim ekmek edecek un bulamıyoruz, şerbet neyimize…”

Bunları söyledikten sonra ana başladı:

“Hatunlar olarak Mehmetçiğe yufka açalım, yün çorap edelim de gönderelim. Hoşaflar kaynatıp ekmekler pişirelim derim Nezahat Hatun. Bir kuru tayınla cenk eder evlatlarımız. Askerin ayağında çarığı, üzerinde üniforması dahi yok!” dedi. Selime Ana bir demahzun bakışları ile şunları söyleyiverdi ki:

“Bizim Hatice Hatun da şartlanmış bir cepheye gideceğim diye! Cephe gerisinde durmak pek gücüne gidiyormuş vallahi. İlla askerin yanında tüfek sırtlayacak, mermi taşıyacak, dipçikle düşman başı ezecekmiş. “Ya hu Hatun kan gölü derler cepheye, toprak renk değiştirmiş. Kelleler, kollar, bacaklar, kulaklar al toprak üstünde yüzüyormuş. Mermiler havada çarpışıp birbirine saplı hâlde iniyormuş yere. Askerler güç idare ediyor iken hatun başına cephede işin ne?” dedimse de söylediklerim bir kulağından girdi, diğerinden çıktı. Fayton araştırır imiş ilk baş, sonra bulamamış tabii. Şu günler bir tek fayton bulmak mümkün mü? Memlekette ne kadar fayton ne kadar araba ne kadar kağnı var ise cepheye gitti.“Bana bir tek öküz arabası yeter” deyip çarşı pazar, ev ev, hane hane öküz dilenmiş. “Hayvan bulamazsam da yalın ayak giderim!” der dururmuş.En sonunda Subaşı taraflarında bir medrese mualliminden bir tek öküz bulmuş da rahata ermiş. Efendi de zaten bizim Hatice gitmemiş olsa cepheye gönderecekmiş öküzü! Aman Allah günah yazmasın, hayvan da öyle cılız imiş ki midesi karnına yapışmış lakin elden ne gelir? Ne ot kaldı memlekette ne saman. Adam başına bir ekmek bile düşmüyorken hayvana nereden aş bulup da yedirsin halk? Neyse, öküzün ardına üç beş çürük tahta bağlamış yollara düşüyor idi ki güç durdurdum. “Dur hele hatun, dur! Madem cepheye gidersin, yarın seher vaktiyle çık ki biz de senin yanında askerlere azık gönderelim.” dedim.”

Selime Ana’dan bu sözleri işitince derhal işe koyulduk. Esasında evlerde hamur yapacak, hoşaf kaynatacak hatta çorap örecek malzeme yoktu. Hatunlar, analar güç günler için kıyıya köşeye sakladıkları üç-beş leğen un ile yün getirdiler de ancak öyle yapabildik. Yoksa nerede öyle bolca tahıl, un, ekmek? Düşmanın çökmediği hane mi kaldı?

Hatunlarla gece yarılarına dek çalıştık durduk da en sonunda işler bittiğinde oturup iki kelam laf etmeye başladık.

“Tabip Ragıp Efendi’nin refikası Anna da şehit düşmüş derler. Zaten anasız babasız bir garip yetim idi. Canından gayrı kaybedecek nesi kalmıştı ki? Muharebe haberi geldiğinde soluğu cephede Mehmetçiğin yaralarını sarmakta almıştı. Türk değildi lakin Osmanlı’da ırkından dolayı ötekileştirilmeden yaşayıp gidiyor oluşundan hep hoşnut olmalı ki kendini devlete pek çok hususta borçlu hissediyordu. Derhal cephede hemşireliğe koşması da bundan idi herhalde… Gözünü karartmış, hiçbir şey düşünmemiş derler giderken.” Selime Ana durdu, ağlaya ağlaya bir kuru nefes alacak dermanı kalmamıştı. Önündeki suya baktı. Can olsun, kan olsun diye bir yudum da olsa içmesini söyledik lakin dinlemedi. Aylardır kimsenin boğazından tek lokma geçmiyordu, geçse de hatırına cephedeki kan gölü gelince takılıp kalıyordu işte.

Kiminin nişanlısı, kiminin bir tek oğulcuğu idi gidip de dönmeyen. Kiminin parmağındaki yüzüğün henüz izi bile çıkmamıştı. Bazı hatunların duvağı üç gün evvel açılmış iken bazı hatunlar da gebe haldeydi.Asker yolları gözleye gözleye harelerinde dökülecek yaş kalmamış gelinler, atasını bir kez dahi görmemiş, tanımamış olan yetimler… Hak vermeli ya, Selime Ana ne kadar dirayetli durmaya çalışsa ne kadar sebat etmeye uğraşsa da hayattaki tek serveti olan iki oğlancığını vatanın menfaatini müdafaa etmek uğruna cepheye göndermiş idi. Muharebe başlayalı, İngilizler Çanakkale’ye gireli nice aylar geçmişti. Anaların, hatunların gönlünün harlanması bir an dahi durmamış, aksine her geçen dakika daha da tutuşmuştu.

“Ragıp Efendi refikasının delik deşik, parça pinçik olmuş bedeninin başında günlerce yaşlara boğulmuş derler. Etrafa saçılmış uzuvlarını, etlerini tek tek elleriyle toplamaya çalışmış. Koskoca Osmanlı ne hallerde imdi? Vah vah… Lakin şüphe yoktur ki Devlet-i Aliyye bugünleri de en âlâ şekilde atlatacak, eski gücüne kavuşacaktır…” Selime Ana bir nefeslik durunca Anam Nezahat konuşmaya başladı. “Şimdiye kadar pek çok muharebe gördü bu millet, nice sayısız zaferlerle döndü cephelerden. Yine olur, yine galibiyetle dönülür elbet muharebe meydanlarından! Hem Allah, hiçbir surette zalimin tarafında olmaz.”

Esasında anamın bu hoş sözleri kullanmaya ne hali vardı ne de hissiyatı. İçinde bulunduğumuz durum o denli elemdi ki kimsenin ağzından iyi bir söz çıkmıyor, çıkamıyordu. Sokaklar hanelerden yükselen acı dolu feryatlardan geçilmiyordu. Her saat başı bir şehit haberi geliyor, bir ananın yüreğine daha kederler ekiliyordu. Erkek olup da cepheye gitmeyen bir kundaktaki evlatlar kalmıştı. Çoluk çocuk demeden kim varsa muharebeye götürmüşlerdi. E tabii götüreceklerdi, vatanın bu elem, bu keder dolu günlerinde askere ihtiyaç vardı. Lakin yine de kimse ufacık evlatlarının, elinde bir bozuk tüfekve sopa ile düşman karşısında harp ediyor oluşunu kabullenemiyordu. Düne kadar sokaklarda bilye vuruşturan evlatlar şimdi cenk meydanında bir bir şehit düşüyorlardı.

Yalnız erkekler değil, hatunlardan da cepheye gidenler vardı. Kimisi Mehmetçiğin yaralarını sarıyor, kimisi ise omuz omuza cenk ediyordu. Söylenenlere göre şehit düşen bir hatunun bedeninden elli iki kurşun çıkartmış tabipler.

Düşman askeri kendilerine doğru ateş eden bir keskin nişancıyı yakaladıklarında kadın olduğunu görüp hayret etmiş derler. Onlar cehalet şerbetinden o kadar kana kana içmişlerdir ki, Türk milletinin vatanının bir karış toprağını dahi hiçbir surette teslim etmeyeceğinin, gerekirse kadın başına da olsa eline tüfeği alıp dipçiğiyle başlarını ezebilecek kuvvette olduğunun bilincinde değillerdir. Çanakkale tarih boyu hiçbir surette geçilmemiş olup, bundan gayrı da geçilemeyecektir. Çanakkale, Türklerindir.

Çanakkale’de verdiğimiz 250 bin şehidimiz başta olmak üzere, tüm şehitlerimizi saygıyla anıyoruz...

Neler Söylendi?