Fısıltı HABERLERİ
HV
26 NİSAN Cuma 02:18

BİR KELEBEK KOZASI VE İÇE DÖNÜŞ

 SELMA YÜCEL ( YAZAR )
SELMA YÜCEL ( YAZAR )
Giriş Tarihi : 05-12-2022 11:19

BİR KELEBEK KOZASI VE İÇE DÖNÜŞ


Bir kelebeği uçarken izlediniz mi hiç? 

O güzelim kanatlarını çırparken, içimiz nasıl da kıpır kıpır olur değil mi? Tıpkı küçük bir çocuğun kırlarda koşarken verdiği mutluluk gibi.
Boşluğa karşı umarsızca, var olmanın coşkusuyla…
Doğanın mucize güzelliğini büyük bir tablo gibi düşünürsek zarafet ve huzurun simgesi olsun diye rengarenk dokusuyla bu tabloya eşlik etmesi istenmiş adeta.
Yaradan’ımın sanatıyla…
O narin haline bahşedilen endamının da ayrıcalığıyla, tabiat anaya meydan okurmuşçasına uçar aynı zamanda. Diğer canlıları kıskandırırcasına.
Böyle güzel bir varlık olduklarının, onlar da farkındalar mı acaba?
Kuş cıvıltılarına, sakin bir denizin dalgasına, yaprağın hışırtısına kısacası evrenin nağmelerine ritim tutturmuş da mutluluktan uçuyormuş gibi gelir insana. Bu coşkuyla süzülürken etrafta, şefkatle sarılırlar bir çiçeğin taç yaprağına.
Kısa ömürlerine inat her anın tadını çıkarırcasına.
Her şeyin böyle dört dörtlük göründüğüne bakmayın. Hayat onlara da altın bir tepsiyle sunulmadı aslında. Tıpkı bizlere sunulmadığı gibi. Kelebekler de kendi yaşam döngülerine başlamak ve döngülerini bitirmek için bir serüven geçirirler. Bu, yaşam ve ölüm olgusunun kaçınılmaz olan serüvenidir. Her canlının bildiği ve akışına ayak uydurduğu.
Günahıyla, sevabıyla…
Kelebeklerin bu serüveni, annesinin doğru seçilmiş bir yaprağa iğne başı büyüklüğündeki yumurtalarını bırakmasıyla başlar. Bu yumurtalar, birkaç gün gibi kısa sürede oluşumlarını tamamlayıp tanışırlar yeryüzüyle.  Sessizce, kendi hallerinde ve her şeyden habersizce.
Kendisine bırakılan bu minik misafirin, tırtıl oluşuna yaprak şahit olur. İlk öğünü içinden çıktığı yumurta kabuğudur. Çünkü o kabukta ihtiyacı olan protein ve annesinin kokusu vardır. Bir bebektir o daha. Besler kendini o kabukla. Kendi kendine, var gücüyle. 
Dişi kelebek, yavrusu dünyaya geldiğinde aç kalmasın diye yaprağı tercih etmiştir. Yavru tırtıl tüm oburluğu ile kendisine sunulan bu imkanları kullanır. Onu çevreleyen bitkiler ile beslenmeyi öğrenmiş ve bu sayede dış iskeletini hareket ettirmeyi de keşfetmiştir. Sanki yemek için dünyaya gelmiştir. Yedikçe büyür, büyüdükçe yer. Bize göre günlerce. Ona sorulsa nasıl bir zaman dilimi söyler acaba kendince?
Bu hal nereye kadar devam edecek? Bizim tırtıl artık değişmek ister. Yenilenmek ister. Atar üzerindeki derisini. Bir kere değil, iki kere değil. Değiştirir, elbise değiştirir gibi.  Belki dört belki beş kere. Yeterli gelmez ona üzerindeki deriyi atmak. Tatmin olmaz. Aradığı şeyin, yenilenmenin bu olmadığını bilir. Onun istediği başka bir şeydir. Ona ulaşma isteğiyle sürekli denemeler yapar. Bıkmadan, defalarca.
Azimle, sabırla, aynı heyecanla…
Çıkmıştır artık bu yola, geri dönüş yok. Tabiat ananın verdiği hükümle, bağlar kendini bir yaprağa baş aşağı gelecek şekilde. Varoluş sebebini bulmak uğruna elleriyle yapar kozasını, kendi kabuğunu.
Sarar kendini kararlılıkla…
Çekilir kabuğuna ve karanlığın ortasında günler, geceler boyunca dinler kendini. Döner özüne, ipek böceğine dönüşmeden önce. Tamamlar kendini, tıpkı ana rahmindeymiş gibi. Kanaat getirince olgunlaştığına ve güzelleştiğine, artık hazır hisseder kendini dünyaya bir kez daha gelmeye. 
Tevekkülle, huzurla, duruluğuyla …
Alın teriyle yaptığı, sarıp sarmaladığı kozasının kırar kabuklarını. Gün ışığına doğru çırpar kanatlarını, kelebek haliyle. İçinde yaşadığı karanlığın zulmüne ayak diretircesine, merhaba der tüm dünyaya, bütün güzelliğiyle. 
Yeniden var olmanın mutluluğuyla …
Ağzı dili yoktur ki anlatabilsin yaşadıklarını. Aktarabilsin nesilden nesile. Bu nedenle armağan eder, paha biçilemez kozasını insanoğluna. 
Sonsuz minnettarlığıyla…
Çünkü bu koskoca evrende tek şahidi o kozadır. Bilgeliğin lütfuna da ermiştir tüm arınmışlığıyla. İçe doğuş ne demektir, söyler kendince. Böyle anlatır kelamını sessizce.
Özüne olan yolculuğunun sonunda…
Şimdi bir bakalım mı insanoğluna? Elindeki armağanın, derindeki anlamını, anlayabilmiş mi acaba?  Yoksa bu anlam, insanoğlu için çok derinlerde mi kalmış mesela?
İşte bu bağlamda; hazır mısın kendine bu soruyu sormaya?
Başladın mı özüne doğru yol almaya? İçindeki dağınıklıkları toplamaya? Kafatasındaki çöpleri atmaya? Ruhundaki yaraları sarmaya? 
Kararlı mısın mutlu olmaya? 
İlk önce tanış içindeki çocukla … Bakalım, ne diyecek sana? Onun kafasını şefkatle okşa. Kendini sarıp sarmala.  Bir kere değil, iki kere değil. Bıkmadan, defalarca.
Azimle, sabırla, aynı heyecanla…
Tırtıl sarmasaydı kendini, kelebeğe dönüşebilir miydi? Sabır etmeseydi uçabilir miydi? Tevekkül etmeseydi dayanabilir miydi?  Çaba sarf etmeseydi başarabilir miydi sence? 
Topla yüreğinde ne varsa, çık bu yolculuğa…
Bakalım senin doğaya armağanın ne olacak bu yolculuğun sonunda?

SELMA YÜCEL

YORUMLAR