Hapishanelerin günümüzdeki halini alması uzun bir süre için sonunda gerçekleşti fakat bugün dahi idam ve hatta işkence hâlâ uygulanıyor. Öte yandan, tarih boyunca bazı hapishaneler diğerlerine nazaran çok daha kötü koşullara sahip oldu.

Beyzanur GÜVEN


10- BASTILLE
PARİS, FRANSA (1417-1789)
Şehri İngilizlere karşı savunmak için 1357'de Paris'in doğu yakasına inşa edilen Bastille Kalesi, 1417'de aynı zamanda bir resmi devlet hapishanesi olarak ilan edildi. 30 metre yüksekliğindeki 8 kulesinin yanında, bağlantı duvarlarını çevreleyen ve hem içeri girmeyi hem de hapishaneden kaçmayı güçleştiren 24 metre genişliğindeki hendeğiyle şüphesiz etkileyici bir yapıydı. 1659'dan itibaren Bastille sadece bir hapishane olarak kullanılmaya başlandı ve 120 yıl boyunca binlerce isyancının, gazetecinin, suçlunun ve muhalifin çoğu zaman yargılanmadan hapsedildiği bir yer oldu. İçerideki yaşama dair çok az bilgi mevcut ancak kimin yazdığı bilinmeyen Remarques Historiques adlı kitapta, "devasa kilitlerle açılan büyük sürgülü ve dayanıklı çift kanatlı kapılardan" ve "içerisinde kara kurbağalarının, semenderlerin, sıçanların ve örümceklerin cirit attığı çok rahatsız edici bir koku yayan çamurla dolu" zindanlardan bahsediliyor. Hapishane, halk üzerindeki baskının ve kraliyet otoritesinin bir sembolü olarak görülmeye başlandı ve yükselen cumhuriyetçi duygularla birlikte, 14 Temmuz 1789 günü, içeride yalnızca yedi mahkûm olmasına rağmen Bastille Hapishanesi basıldı. Baskın yapan devrimciler kısa sürede Bastille'i ele geçirdi. Öldürülen hapishane müdürünün başı kesilerek bir mızrağın ucunda sokaklarda dolaştırıldı. Ülkenin en korkulan hapishanesine karşı gerçekleştirilen bu eylem Fransız İhtilali'nin fitilini ateşlemişti. 1792'de monarşi yakıldı ve Bastille'de taş üstünde tas bırakılmadı. Günümüzde 14 Temmuz Fransa'da her yıl Bastille Günü olarak kutlanmaktadır

9-PENTONVILLE
LONDRA, İNGİLTERE (1842- GÜNÜMÜZ)
Pentonville'in inşasına 10 Nisan 1840 tarihinde başlandı. Toplamda 520 mahkûm, 4 metre uzunluğunda ve 2 metre genişliğindeki küçük hücrelerde tek başlarına hücre hapsinde tutuluyordu. Böylece hapishane özel bir infaz sistemine uygun hale gelmişti. Söz konusu infaz yönteminin adı Pensilvanya Sistemi'ydi. Bu sistemde mahkûmlara isimleriyle hitap edilmiyordu ve tekrar suç işlemelerine yol açacak yeni yöntem ve hileler öğrenmelerini engellemek için birbirleriyle konuşmaları yasaktı. Mahkûmların aralarında sohbet etmesi genellikle kırbaç cezası ile sonuçlanmaktaydı. Günlük yürüyüş ve egzersizler sırasında kahverengi kumaştan bir maskeyle yüzlerini örtmek zorundalardı ve gidecekleri yolu bulmak için bir halata tutunmaları gerekiyordu. Hapishanede geçirdikleri zamanın kasıtlı olarak klostrofobik sıkıcı ve cezalandırıcı nitelikte olması amaçlanmıştı. Pensilvanya Sistemi histeri ve diğer bazı akıl sağlığı sorunlarına yol açıyordu. Nitekim bazı mahkûmlar intihara kalkışmıştı. Bu durum yetkilileri söz konusu infaz sisteminde bazı değişiklikler yapmaya sevk etti.
Yazar ve şair olan ünlü isim Oscar Wilde 1895 yılında sodomi ve yasadışı cinsel birliktelikten 2 yıl ağır iş cezası ile burada yatmıştı.


8-KAMP 22
KUZEY KORE (1965-2012)
Kuzey Kore hükümeti, elektrikli çitlerle ve dikenli tel örgülerle çevrili, Rusya sınırına yakın bir konumda bulunan, maksimum güvenlikli ve devasa boyutlardaki Kamp 22 (Kwalliso No.22) adlı siyasi hapishanenin varlığını her daim reddetti. Fakat on binlerce insanın rutin şekilde işkence gördüğüne, dayak yediğine ve insanlık dışı koşullarda barındırıldığına işaret eden güçlü kanıtlar, burayı ülkenin en korkunç sınırlarından biri haline getirdi. Kamp 22'deki mahkûmların çoğu ülke yönetimine muhalif oldukları gerekçesiyle hapsedilmişti. Ayrıca, kolektif sorumluluk temelinde suça iştirak ettikleri düşünüldüğünden, aileleri de mahkûmlarla birlikte kampa gönderiliyordu. Yaklaşık 1000 gardiyan tarafından kontrol edilen mahkûmlar ağır işlerde çalıştırılıyor, çok az miktardaki günlük erzaklı hayatta kalmaya uğraşıyordu. Çoğu yetersiz ve kötü beslenme yüzünden hayatına kaybederken, bir kısmı da kimyasal deneylere maruz kaldı veya idam edildi.


7- HOA LO PRISON
VİETNAM (1886-1993)
Hua Lo başlangıçta Fransız sömürgeciler tarafından Vietnamlı siyasi tutsakları hapsetmek için kullanılıyordu ve tek ayaklarından zincirlenen mahkûmlar hücrelerde toplu halde tutuluyordu. Hapishanedeki dehşet verici koşullar ve devrimcilerin kafasının kesilmesi gibi vahşi uygulamalar sömürgecileri duyulan hıncı fazlasıyla beslediyse de Fransa'nın ülkeyi terk ettiği 1954 yılına kadar isyancılar buraya hapsedilmeye devam etti. Bu dönemde hapishanede, planlanmış kapasitesinin yaklaşık dört katı, yani 2000 kadar mahkûm bulunuyordu. Vietnam'ın daha sonra kuzey ve güney olarak bölünmesi kanlı bir savaşa yol açtı ve farelerle dolup taşan hapishane, buraya Hanoi Hilton adını takan ABD'li tutsakları hapsetmek için kullanıldı. Daracık hücrelerde tecrit altında tutulan savaş esirleri işkence görüyor, aç bırakılıyor ve beton zeminde uyumak zorunda kalıyorlardı. Bazıları, Filistin Askısı adı verilen yöntemle, kolları arkalarında bağlanmış halde bileklerinden kancalara asılıyordu. 2018'de ölen eski ABD Senatörü John McCain, kullandığı savaş uçağı 1967'de Hanoi kenti yakınlarında Kuzey Vietnamlılar tarafından düşürüldükten sonra beş buçuk yıl Hao Lo'da kalmıştı.


6- LONDRA KULESİ
LONDRA, İNGİLTERE (1106-1952)
Londra Kulesi 16. yüzyılın başlarında, özellikle de Kral VIII. Henry'nin çok sayıda siyasi muhalefini vatana ihanet veya sapkınlık suçları ile hapsettiği 1534'ten itibaren bir hapishane haline geldi. Hapishane koşulları mahkumların kim olduğuna ve sorgulayanların ihtiyaç duyduğu bilginin mahiyetine bağlı olarak gayet iyi de olabiliyordu, çok kötü de... Ne var ki kulede hep bir İdam korkusu vardı ve kraliyet mensuplarının burada feci bir sonla karşı karşıya kalması hiç de alışılmadık değildi. Hapishanede işkence pek yaygın olmasa da mahkûmlar zaman zaman ellerinden ve kollarından kelepçelerle duvara asılırdı. Kurbanın bedenini oldukça acı verici bir şekilde geren düzenekler de mahkûmların korkulu rüyasıydı. 


5- KILMAINHAM HAPISHANESİ
DUBLİN, İRLANDA (1796-1924)
Bu hapishane İrlanda'daki İngiliz egemenliğine karşı çıkan siyasi mahkûmları barındırıyordu. Panopatik bir tasarım model alan hapishane 1796 yılında, İrlanda'da büyük bir mezhep çatışmasının yaşandığı dönemde açıldı. İlk mahkûmlarından biri Birleşik İrlandalılar Örgütü'nün kurucu üyesi Henry Joy McCracken olduğundan, hapishane bu kaotik ortamda çabucak kilit bir rol edindi. Kuzey İrlanda'nın Antrim bölgesine yapılan bir saldırıda isyancılara liderlik etmekle suçlanan McCracken daha sonra asıldı ve ardından pek çok siyasi mahkûm bu hapishaneye atıldı. Aslına bakılırsa Kilmainham başlangıçta siyasi bir hapishane değildi. İlk yıllarında, hafif suçlar işlemiş mahkûmlar burada hapsediliyordu ve 1842 ile 1852 yılları arasındaki Büyük Kıtlık sırasında açlıktan kırılan halk elma, turp, ekmek, tereyağı ve diğer besin maddelerini çaldıkça mahkûm sayısı zirveye ulaştı. Isınmak ve aydınlanmak için sadece tek bir mumun bulunduğu hücrelerde beş kişinin kaldığı hıncahınç dolu hapishanedeki koşullar bir hayli kötü olsa da çok sayıda hırsız nihayetinde ölen bir milyon aç insandan biri olmamak için umutsuzca buraya sığınıyordu. Hapishanede en azından hayatta kalmalarına yetecek kadar yiyeceğe erişmek için suç işliyorlardı. 1860'ların sonundan itibaren Kilmainham sadece siyasi mahkûmlar için kullanılmaya başlayacaktı. Tarihi boyunca pek çok önemli siyasi isim Kilmainhamda hapis yattı. Muhtemelen Kilmainham'daki en korkunç olay, 1916 Paskalya Ayaklanması'na katılan 16 kişiden 14'ünün bir idam mangası tarafından kurşuna dizilmesiydi (diğer ikisi Cork Askeri Cezaevi ve Pentonville Hapishanesi'nde asıldı). Öte yandan, iç savaş esirleri de 1922'de burada tutuldu. Tüm bu mahkûmiyetler yaygın bir şekilde Kilmainham'ın İranda'da uygulanan baskının bir sembolü olarak görülmesine yol açtı ve halkla daha iyi ilişkiler kurmak isteyen Özgür İrlanda Devleti 1924'te hapishaneyi kapattı.


4- PORT ARTHUR
TASMANYA, AVUSTURALYA (1830-1877)
Britanya, hüküm giyen suçluları 1787'de gemilerle Avustralya'ya göndermeye başladı. 26 Ocak 1788'de ilk gemi Jackson Limanı'na yanaştı, ancak gelenlerin sayısı arttıkça hapishane olarak kullanılmak üzere yeni bir yer aranmaya başlandı ve 1830'da Tasman Yarımadası'nda bir kereste işleme merkezi olarak kurulmuş olan Arthur Limanı'nın en azılı suçluları kapatmak için ideal olduğuna kanaat getirildi. Mahkûmlar ağır işlerde çalıştırılıyor ve itaatsizlik etmeleri veya kötü davranışlar sergilemeleri durumunda kırbaçlanıyordu. Asıl görevleri çevredeki ormanlık araziden inşa faaliyetlerinde kullanılmak üzere kereste toplamaktı. 1840'ların sonunda bir tavır değişikliğine gidildi ve yetkililer mahkûmlar üzerindeki kontrolü fiziksel değil, psikolojik yöntemler kullanarak sağlamaya başladılar. Bu amaçla, 1850 yılında 80 tecrit hücresinin yer aldığı Pensilvanya usulü bir hapishane inşa edildi. Cezalandırılan mahkûmların yüzlerini örten bir başlık giymek zorunda bırakılıyor ve konuşmaları yasaklanıyordu. Gardiyanlara da bu mahkûmlara karşı tamamen sessiz olmaları emredilmişti. Bu uygulamalar mahkûmları derinden etkiledi ve psikolojik sorunlarla boğuşmaya başladılar. Koşullar öylesine kötü bir hal almıştı ki pek çok mahkûm kaçmayı planlıyordu fakat bu pek de mümkün değildi. Port Arthur çok sıkı şekilde korunmaktaydı ve etrafı tehlikeli denizlerle, vahşi ormanlarla çevriliydi. Değirmen 1857'de 480 kişilik bir ıslahevi haline geldi ve kolonide kaldıkları süre içerisinde durumları kötüleşen mahkûmlar için 1864'te bir akıl hastanesi inşa edildi. Hapishane 1877'de kapatıldı.


3- RIKERS ADASI HAPISHANESİ
NEW YORK (1932-GÜNÜMÜZ)
Blackwell Adası'ndaki cezaevinin yerini alması planlanan hapishane geçmiş yıllarda adaya taşınan tonlarca çöpün üzerine inşa edildi ve bu sayede, normalde deniz seviyesinden yüksekliği yaklaşık bir metre olan adanın zemininin daha yüksekte olması sağlandı. İnşaat çalışmalarının çoğu başka yerlerden gelen mahkûmlar tarafından gerçekleştirildi. Çöp sahası yanıyor, sıçanlara ve sineklere davetiye çıkarıyordu ama asıl endişe yaratan şey hapishanenin içindeki koşullardı. 1960'lı ve 70'li yıllarda artan madde kullanımı ile birlikte binlerce Uyuşturucu bağımlısı ve satıcısı buraya hapsedilince sorunlar daha da beter bir hal aldı. 1975 yılında 1.800 mahkûm, Erkek Tutukevindeki sekiz hücre bloğundan yedisini ele geçirdi ve beş infaz koruma memurunu rehin aldı. Hapishane nüfusunun 20.000'i aştığı 1980'lerde ve 90'larda çete rekabeti giderek kötüleşti. Hapishanedeki yasa dışı uyuşturucu ticaretinde etkili olan Ñetas ve Latin Kralları gibi çeteler arasında kanlı çatışmalar, çok sayıda saldırı ve tecavüz olayı yaşanıyordu. Sorunlar daha çözülebilmiş değil. Pek çok sivil toplum örgütü ve politikacı hapishanenin kapatılması yönünde sürekli çağrıda bulunuyor.


2- ŞEYTAN ADASI
FRANSIZ GUYANASI (1852-1953)
Fransız Guyanası'ndaki Cayenne adlı acımasız ve insanlık dışı sürgün kolonisi, üçü kıyının açıklarında, biri de ana karada olmak üzere dört bölge yayılmıştır. Fransa'daki adi suçluları deniz aşırı ülkelere göndermek isteyen İmparator III. Napolyon tarafından kurulan koloni, zincire vurulmuş binlerce mahkûmun uzun süre hapsedilmek üzere Fransa'nın Saint-Martin-de-Re bölgesinden gemileri bindirilip buraya gönderilmesiyle birlikte hızla kötü bir şöhret kazandı. Varış noktalarından biri "Île du Diable" yani Şeytan Adası'ydı. Ada başlangıçta cüzzam hastalığından muzdarip olanlara ev sahipliği yapıyordu, ancak daha sonra az sayıdaki siyasi mahkûmu hapsetmek için kullanıldı
En tehlikeli hırsızların ve katillerin de gönderildiği Cayenne'deki hapishane hayatı korkunçtu. Cayenne'de ölüm kaçınılmazdı. Her yerde kol gezen hastalıkların dışında, acımasız gardiyanlar mahkumları gaddarca dövüyor veya silahla vurarak öldürüyordu. Çoğu mahkûm son nefesini verene dek çalışmış veya kaçmayı denerken köpek balıklarının cirit attığı denizde ya da tehlikeli ormanlarda ölmüştü. Birçoğu intihar etti veya kendisini giyotinin altında buldu. Cayenne'e gönderilen tahmini 80.000 mahkûm bir daha geri dönmedi. 1919 yılında İstanbul işgal altındayken Sirkeci'de iki Fransız askerini öldüren polis memuru Cemil Efendi de kürek cezasına çarptırılmış ve 45090 numaralı mahkûm olarak Şeytan Adası'na gönderilmişti. Daha sonra Mustafa Kemal Atatürk döneminde yapılan girişimler sonucunda serbest bırakıldı ve yurda dönerek anılarını kaleme aldı.


1-ALCATRAZ
SAN FRANCISCO (1859-1863)
Mahkûmlar, San Francisco Körfezi'nde yer alan, sahile 2,4 km uzaklıktaki Alcatraz'a gönderildiklerinde, ellerine kendilerinden neler beklediğini ayrıntılı şekilde açıklayan bir kurallar kitabı tutuşturuluyordu. Ticaret yapmak, kumar oynamak, hizmet veya mal satmak, vermek ya da ödünç almak kesinlikle yasaktı. Pazartesi'den Cuma'ya günde sekiz saat çalışmakla yükümlülerdi ve kendilerine ne söylenirse yapmak, sessiz olmak ve kurallara uygun şekilde hareket etmek zorundalardı. Beş numaralı kural, "Yiyecek, giyecek barınak ve tıbbi yardım almaya hakkınız var" diyordu ve şunu da ekliyordu: "Alacağınız diğer her şey bir ayrıcalıktır." İlk sivil hükümlüler 22 dönüm büyüklüğündeki adaya 11 Ağustos 1934 tarihinde, elleri kelepçeli ve ayakları çiftler halinde zincire vurulmuş olarak geldiler. Hapishane, geçit vermez dik duvarların ve kayalıkların yanı sıra, güçlü körfez akıntıları sayesinde firarileri sürükleyecek güce sahip, dondurucu ve köpekbalığı kaynayan sularla çevriliydi. Bununla birlikte, güçlendirilmiş betondan inşa edilen hücre evi, İçki Yasağı döneminde ortaya çıkan, ardından ABD'yi pençesi altına alan Büyük Buhran sırasında ise sayıları artan korkusuz çete üyelerini ve suçluları zapt etmek için fazlasıyla güvenliydi. Mahkûmlar sadece yemekhanede ve egzersiz avlusunda kalabalık gruplar halinde bir araya geliyordu. Bu sırada aralarında şiddet olayları patlak verebiliyordu. Uygunsuz davranışlardan suçlu bulunan veya firar etmeye kalkışan mahkumlar D bloğuna ya da diğer adı ile Tedavi Birimi'ne gönderiliyordu. Burada en azılı suçlular zifiri karanlıkta hücre hapsinde tutuluyordu. En üst seviyedekilerse çırılçıplak soyuluyor ve sadece zemininde bir delik olan daracık ve boş hücrelere atılıyordu. Artan maliyetler ve kötü şöhreti nedeniyle Alcatraz 21 Mart 1963'te kapatıldı. Günümüzde ada ve hapishane her yıl yaklaşık 750 bin ziyaretçiyi ağırlayan bir müze.

 

Kaynak
ALL ABOUT HISTORY (Mart-Nisan-2023/02-Sayı:15) dergisinden alıntıdır.