Fısıltı HABERLERİ
HV
19 MAYIS Pazar 11:07

İnsan ve Toplumun Gerekli Basamağı: Zekât-Vergi İlişkisi

 Namık Kemal Okumuş Prof. Dr.
Namık Kemal Okumuş Prof. Dr.
Giriş Tarihi : 06-05-2024 16:31

İnsan ve Toplumun Gerekli Basamağı: Zekât-Vergi İlişkisi


Daha ilk adımda diyebiliriz ki, bireyden topluma oradan da kurumsal yapıya yani devlete geçişi haber veren bu aşama, düşünen insan için zorunlu kabulden bahseden etkin bir adıma işaret etmektedir. Bu vesileyledir ki, işi bilenler nezdinde son derece anlamlı ve de gerekli olan bu işlem, ‘devletin dinle barışmasının ekonomik ayağı hakkında diskur’ denilen beyana da denk gelmektedir. 
Üstelik işi bilenler nezdinde ‘yaşanan hayatın gerekli basamaklarından olan teo-ekonomik sistemin normal beyanı’ anlamına gelen bu adım, zaman içinde ortaya çıkan yapının da habercisi durumundadır. O sebepledir ki, insanı muhatap alan vahyin onun durumunu dikkate alan ‘Tanrısal hitap’ olduğu bilinirse, yaşanılan ortam gereği indirilen bildirimlerin zaman içinde farklı yapıları deruhte edeceği de yakînen bilinecektir. 
Gelinen bu aşamada demek elzemdir ki, işi merak edenler nezdinde öne alınacak olan ‘ilkesel ve sistemli düşünmenin kazanımları hakkında devreye giren bazı tespitler’ hükmü, mutlak surette ‘bireysel ve de toplumsal düzenin basamakları ya da ekonomik sistemin değişik uygulamaları’ aşamasından da haber verecek durumdadır diyebiliriz. 
Buna göre, insan tarafından aktive edilen ilk adım, gerekli adımı, peşinden gelen aşama ise ulaşılan sonucu açık edecektir demek durumundayız. Nitekim yaşadığı çağ itibariyle insanı doğrudan ilgilendiren bu konum, olası gelişim ve değişimden sonra sisteme dâhil olan ‘zorunlu ödeme kalemi’ durumundaki gereklilikten de bahsetmektedir. 
Haddizatında, yaşanan her dönemde tanık olunan farklı durum üzerinden sıklıkla işler kılınan bu adım, köyden şehre geçişin gerekli seviyesini de öne almaktadır. Bu sebepledir ki, vahyin genel hatlarıyla işler kıldığı bu durumun zekât ya da vergi adıyla piyasaya çıkan teo-ekonomik bir adım olduğu konusunda da şüphe duyulmamalıdır. 
Öyle ki, daha dün adına ‘zekât’ denilen uygulamanın çağdaş ekonomi-politiği gereği kurumsal yapının vergi dediği aşamaya denk geldiği de şüphesizdir. Ve dahi, insan ve toplumu her daim dikkate alan vahyin gelişen ve değişen sosyal ortamlardan haberdar olduğu da kuşkusuzdur. O yüzdendir ki, daha ilk adımda Yüce Allah’ın ‘zekât’ adıyla öne aldığı ‘zorunlu ödeme’ tarzı olan bu adım, bir süre sonrasında ‘vergi’ adıyla merkeze alındığından da bahsetmektedir. (Konu hakkında geniş bilgi için bkz.: Namık Kemal Okumuş, Zekât-Vergi İlişkisi/Devletin Dinle Barışmasının Ekonomik Ayağı Hakkında Diskur, Araştırma Yayınları, Ankara, 2024).
Gelinen durumu daha yakından anlama adına diyebiliriz ki, dünden haberi olanların somut tarzda bildiği şekliyle, muhatabının hemen her durumundan haberi olan vahyin önerisi olan ilk seçenekler, teknik anlamda ‘bireysel istek’ durumundaki beklentilerden oluşmaktadır diyebiliriz. Eğer ki, insan ve toplumu dikkate alan vahyin bu durumundan habersiz olunursa, bir süre sonra devreye giren ‘kurumsal işleyiş’ sürecinden de habersiz kalınacaktır demek durumundayız. 
Bu sebepledir ki, gelişen durum gereği atılan istendik, zorunlu/mecburî hatta gerekli adımın bilinmesi ise, değişen sistem gereği öne alınan bu kalemin ‘farz’ yani ‘zorunluluk/mecburiyet/gereklilik’ olmasıyla eşdeğer bir sunum durumundadır demek de elzemdir. 
Ayrıca, bireysel ve toplumsal hayatın akışı gereği durumu yerinde olan insan açısından ‘zorunlu’ aşamaya evrilen ödenek ile tahsis edilen vazifesi gereği işe müdahil olan örgütlü yapı durumundaki devletin işleyişinden haberdar olunması da gerekmektedir. Üstelik yaşayan halk tarafından merkeze taşınan ‘kurumsal yapı’ durumundaki bu aşamanın hemen her durumda gerekli olan kazanımlara yakın duran adımları atacağı da şüphesizdir. 
Hâsılı, gelişim gösteren insan ve toplumun kurduğu devlet tarafından işler kılınan bu seçenek, ‘zorunlu gelir’ durumunda olan tasarrufa değinen aşamaya da denk gelmektedir. O kadar ki, yalnızca kurumsal yapı tarafından atıldığı bilinen bu adım, kamusal değişim ve gelişimin kurguladığı gerekli hatta zorunlu paylaşımın teo-ekonomisi olduğundan da şüphe duyulmamalıdır. 
Artık, daha da açık edilmelidir ki, gelişen toplumsal seviye gereği, iş gören şahıstan hareket edip hizmeti merkeze alan kuruma geçen böylesi pratikliğin vergi yani zekât adıyla kamulaştırıldığından da emin kalınmalıdır. Nitekim kamusal alanın gelişimi sonrasında işi bilen kesim tarafından aktive edilen bu basamak, ‘devlet’ denilen kurumsal yapının gelir, gider ve hizmeti için zorunlu bir aşamaya denk gelmektedir diyebiliriz.
O kadar ki, işi bilenler nezdinde her daim gelinir durumda olan bu noktada atılması gereken adım, yaşanan durum itibariyle gerekli olanlar bazındaki tecrübelerden haberdar kalınması söz konusu edilmelidir diyebiliriz. Yine demek lazımdır ki; yalnızca dünden değil, günden de beslenen dindarlıkların teşekkülü adına atılacak olan adımların olması, ‘olanı anlama’ adına irade sahibi olup her daim düşünen insan için zorunlu bir seçenektir. 
Bu yüzdendir ki, yaşanan ortam ve değişen zaman üzerinden gerekli olan basamağın yakînen aşılması, kendi çağına dokunan tercihler durumunda yol alan ‘modernleşen dindarlık’ pratiklerine vesile olacağından da emin durumdayız. Ve dahi, aktif ve de etkin irade sahibi olup, kendi zamanını çözebilen dindar şahsiyetler sonrasında kolaylıkla varılabilecek olan bu noktanın, günü yaşayan Müslüman kesimleri yeniden aktifleştireceğinden de emin olmalıyız. 
O sebepledir ki, insan ve toplumu doğrudan ilgilendiren bu konunun daha sağlıklı anlaşılması adına bizlere katkı sunan her pratikten haberdar olunması da gerekmektedir. Üstelik değişen şartları tanıma adına ‘giriş’ mahiyetinde olan bu seçenek, yaşanan hayatın gerekli basamaklarından olan teo-ekonomik sistemi bilmeyi de kolaylaştıracak durumumdadır diyebileceğiz
Böylelikle, insanı destekleyen ‘Tanrısal katkı’ ve ‘İlâhî dokunuş’ durumunda olan dinin öneri kümesinden olan esas dokunuşu, düşünen insanın her daim aktif durumda yol alan sistematik işleyişten de haberdar olmasıdır demek lazımdır. Nitekim ‘sünnetullah’ ya da işleyişi kanunlara bağlı olan ‘tabiat yasası’ denilen bu olgu, eğitimden sosyolojiye, iktisattan matematiğe değin insanı etkileyen en değerli basamak hükmündedir diyebiliriz. 
İmdi, yaşanılan süreçte sağlıklı işleyen bir sistemin egalesi adına, her daim aktif olan insandan beklenilen en değerli katkı, işler durumdaki sistemin farkına varıp, ona göre gerekli olan adımları atmayı merkezîleştirmesidir diyebiliriz. Düşünen ve de akleden insan tarafından kolaylıkla gelinecek olan bu aşamanın ise, yaşanılan hayat gereği her daim aktif durumda olan sistemi pratize eden ana ilkelerin zaman zarfında öne alınabileceğinden habersiz kalınmaması da gerekmektedir.
Yaşanan hayatı tanıma adına gerekli olan bu adımın zorunlu olması gibi, daha işin başında doğrudan muhatap alınan donanım sahibi varlık olan insana olan güvenin merkeze alındığı da açıkça izlenebilmektedir. Tıpkı bunun gibi, yalnızca insana emanet edilen dünyanın olması, yaratılış segmenti yani nitelik vasfı gereği etkin varlık durumunda olan insanın olası kapasitesinden de bahsedilmekte gibidir demek durumundayız. 
Hatta olası donanımla halk edilen insan tarafından kolaylıkla gelinebilecek olan bu aşama, aynı zamanda onu merkeze taşıyan iradî bir seçime de açıkça işaret etmektedir diyebiliriz. Yalnızca insanda olan bu yetenek sayesindedir ki; hem Yaratıcı’nın, hem de yaratılanın belli bir güven duygusundan hareket edeceğine yakın durulması gerekmektedir demek de her dem mümkün olacaktır. 
Velhâsıl, yaşanılan zaman içinde kolaylıkla gelinecek durumda yol alan bu aşama, insan tarafından pratiğe aktarılan diğer unsurlardan bahsedilmesini de merkeze almaktadır. Bu sebepledir ki, olası kapasite, yetenek ve irade sayesinde doğrudan muhatap alınan insan tarafından her dem atılacak olan adımların bilinmesi, dünya özelinde işler olan yasal sistemden yani ‘sünnetullah’ denilen pozisyonundan haberdar olunmasına denk gelecektir. Ayrıca, yalnızca düşünen insan sayesinde merkeze taşınan bu basamak, ‘fıtrat’ denilen donanımla ayrı düşünülemeyeceğine ilişkin bir seviyeye ulaşılmasını da zorunlu göstermektedir. 
Mamafih, yalnızca insan sayesinde elde edilen işbu seviyedir ki, ‘olanı anlama’ ve ‘olması gerekeni tanımlama’ adına bize sunulan katkılardan uzak durulmaması da elzem gözükmektedir. Böylelikle, dünya özelinde doğrudan muhatap alınan insanın yalnızca kendisine vazife kılınan ‘üretim’ beklentisiyle iş görüp, ardından da, kendisinde yaşanılır olan ‘dindarlık’ yani ‘olanı tespit edebilme’  sunumunu daha sıklıkla ifa etmiş olabileceğinden de emin kalınması mümkün gözükmektedir. 
Netice olarak diyebiliriz ki, sosyal hayatın ana unsurundan olan gelişen ve değişen zamanın bilinmesi, daha ilk adımda, işin merkezinde olan insandan haberli olunması anlamına gelecektir. Ve dahi, donanımla halk edilen insanın her daim geliştirilen pratiklerden beslendiğini de asla ve kata unutmamamız gerekmektedir. Üstelik yalnızca insan tarafından atılacak olan bu adımların hem ilkesel ve sistemli düşünmenin kazanımı olduğu, hem de bireysel ve dahi toplumsal kazanımlara dayanak teşkil ettiği de şüphesizdir. 
Yine dile getirmek gerekir ki, sadece insan tarafından gelinen bu aşama, ‘dünya üzerinde geçerli olanı anlama’ adına merkeze taşınan kazanımlara denk gelmektedir. Bu sebepledir ki, ilk adımda zekât, gelişen durumda ise vergi denilen bu adım, yaşanan hayatın gerekli adımı olan iktisadî düzen ile ekonomik sistemin işler kılınan basamaklarının yalnızca insana yakışan bir tespit olması anlamına da gelmektedir. Nitekim ‘tanıdık unsur’ formunda olan bu işleyiş, daha ilk adımda ona güvenen Yüce Tanrı’dan gelen etkin bir destek hükmündedir diyebiliriz. 
Kanaatimizce, zaman içinde emek mahsulü olan olası tespitin daha sağlıklı anlaşılması adına merkeze taşınan eleştiri ve dahi suçlamalardan haberli kalınması da gerekmektedir. Bu yüzdendir ki, bireysel öğrenmenin gerekli basamağı olan ‘şahsî gayret’ konusunda bizlere yol gösteren Anadolu’da yaşamış Türkmen derviş, şair ve mutasavvıf durumunda olan Yunus Emre (1238-1320)’ye kulak vermenin zamanı da artık gelmiş bulunmaktadır: “Behey Yunus sana söyleme derler/Ya ben öleyim mi söylemeyince.”

YORUMLAR
ÇOK OKUNANLAR