Fısıltı HABERLERİ
HV
29 MART Cuma 03:56
1 Advert

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN (s.a.v.) NURUNUN VE RUHUNUN YARATILIŞI

Adem ŞENER HOCA
Adem ŞENER HOCA
Giriş Tarihi : 05-09-2022 14:54

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN (s.a.v.) KUR’AN-I KERİM’DE NUR OLARAK VASIFLANDIRILMASI

Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) Kur’an-ı Kerim’in muhtelif yerlerinde Peygamber Efendimiz’den (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) “Nur” olarak bahsetmiş ve âleme hayat veren Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nurunu yüceltmiştir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır.

 

﴿ قَدْ جَاءَكُمْ مِنَ اللهِ نُورٌ وَ كِتَابٌ مُبِينٌ

 

 (Ey ehli kitab!) Size Allahü Teâlâ’dan (Celle Celalühü) hakiki bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir.”[1]

Bu ayet-i kerimede Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) Peygamber Efendimiz’i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) “Nur” olarak vasıflandırmıştır. Buradaki “Nur” tabiri ile kastedilenin Kur’an-ı Kerim olduğunu beyan eden müfessirler olsa da ekseri âlimlerin görüşü “Nur”un Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olduğudur. Başka bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır:

 

﴿ يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ اِنَّا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَ مُبَشِّرًا وَ نَذِيرًا. وَ دَاعِيًا اِلَى اللهِ بِاِذْنِهِ وَ سِرَاجًا مُنِيرًا

 

“Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeci ve bir korkutucu ve Allahü Teâlâ’ya (Celle Celalühü) O’nun emir (ve tesiri) ile bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.”[2]

Ayette Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nur saçan kandil olarak vasıflandırılmıştır. Bundan kasıt, Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kandil gibi insanların yollarını aydınlatıp Allahü Teâlâ’ya (Celle Celalühü) iletmesidir. Hak yola girmek, hidayet ve irşad O’nun şeriat nuru ile olur. Güneş aydınlığı o yolları göstermez. Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kutsal nefsindeki nur, güneşten yücedir. Güneş, cisimler âlemini aydınlattığı gibi Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şerefli zatının nuru da insanların nefislerine akıl nurlarını saçar. Bunun için Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) ikisini de kandil diye vasıflandırmış ve şöyle buyurmuştur:

 

﴿ تَبَارَكَ الَّذِى جَعَلَ فِى السَّمَاءِ بُرُوجًا وَ جَعَلَ فِيهَا سِرَاجًا وَ قَمَرًا مُنِيرًا

 

 “Gökte burçlar yaratan, onların içinde bir kandil ve nurlu bir ay barındıran Allahü Teâlâ’nın (Celle Celalühü) şanı ne yücedir.”[3]

“سِرَاجًا مُنِيرًا” tabirindeki “سِرَاجًا” kelimesi ile Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kastedilmektedir.

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN (s.a.v.) NURUNUN VE RUHUNUN YARATILIŞI

Yaratılmışlar içinde ilk yaratılan Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nurudur.

 

عَنْ جَابِرِ ابْنِ عَبْدِ اللهِ اْلاَنْصَارِىِّ رَضِىَ اللهُ عَنْهُ قَالَ: قُلْتُ يَا رَسُولَ اللهِ بِاَبِى اَنْتَ وَ اُمِّى اَخْبِرْنِى عَنْ اَوَّلِ شَىْءٍ خَلَقَهُ اللهُ تَعَالَى قَبْلَ اْلاَشْيَاءِ. قَالَ: ﴿ يَا جَابِرُ اِنَّ اللهَ تَعَالَى خَلَقَ قَبْلَ اْلاَشْيَاءِ نُورَ نَبِيِّكَ مِنْ نُورِهِ فَجَعَلَ ذَلِكَ النُّورَ يَدُورُ بِالْقُدْرَةِ حَيْثُ شَآءَ اللهُ تَعَالَى وَ لَمْ يَكُنْ فِى ذَلِكَ الْوَقْتِ لَوْحٌ وَ لاَ قَلَمٌ وَ لاَ جَنَّةٌ وَ لاَ نَارٌ وَ لاَ مَلَكٌ وَ لاَ سَمَاءٌ وَ لاَ اَرْضٌ وَ لاَ شَمْسٌ وَ لاَ قَمَرٌ وَ لاَ جِنٌّ وَ لاَ اِنْسٌ فَلَمَّا اَرَادَ اللهُ اَنْ يَخْلُقَ الْخَلْقَ قَسَمَ ذَلِكَ النُّورَ اَرْبَعَةَ اَجْزَاءٍ فَخَلَقَ مِنَ الْجُزْءِ اْلاَوَّلِ الْقَلَمَ وَ مِنَ الثَّانِى اللَّوْحَ وَ مِنَ الثَّالِثِ الْعَرْشَ ثُمَّ قَسَمَ الْجُزْءَ الرَّابِعَ اَرْبَعَةَ اَجْزَاءٍ فَخَلَقَ مِنَ الْجُزْءِ اْلاَوَّلِ حَمَلَةَ الْعَرْشِ وَ مِنَ الثَّانِى الْكُرْسِىَّ وَ مِنَ الثَّالِثِ بَاقِى الْمَلَئِكَةِ ثُمَّ قَسَمَ الْجُزْءَ الرَّابِعَ اَرْبَعَةَ اَجْزَاءٍ فَخَلَقَ مِنَ اْلاَوَّلِ السَّمَوَاتِ وَ مِنَ الثَّانِى اْلاَرَضِينَ وَ مِنَ الثَّالِثِ الْجَنَّةَ وَ النَّارَ ثُمَّ قَسَمَ الرَّابِعَ اَرْبَعَةَ اَجْزَاءٍ فَخَلَقَ مِنَ اْلاَوَّلِ نُورَ اَبْصَارِ الْمُؤْمِنِينَ وَ مِنَ الثَّانِى نُورَ قُلُوبِهِمْ وَ هِىَ الْمَعْرِفَةُ بِاللهِ وَ مِنَ الثَّالِثِ نُورَ اُنْسِهِمْ وَ هُوَ التَّوْحِيدُ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ.

 

Hazreti Cabir İbn-i Abdullah (Radıyallahü Anh) Peygamber Efendimiz’e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) “Ey Allah’ın (Celle Celalühü) Rasulü! Anam babam Sana feda olsun, Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) her şeyden evvel ilk olarak neyi yaratmıştır? Bana bunu haber verir misin?”  diye sormuş ve bunun üzerine Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

“Ey Cafer! Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) her şeyden önce kendi nurundan senin Peygamberinin nurunu yarattı. Ve o nur, Allahü Teâlâ’nın (Celle Celalühü) kudreti ile Allahü Teâlâ’nın (Celle Celalühü) dilediği zamana kadar dönüp durdu. Ve o zaman (yani Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuru yaratılmadan evvel) Levh, Kalem, cennet, cehennem, melekler, gökler, yerler, güneş, ay, cinler ve insanlar yoktu. Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) kâinatı yaratmak istediği zaman o nuru dört parçaya böldü. Birinci parçadan Kalem’i yarattı. İkinci parçadan Levh’i yarattı. Üçüncü parçadan da Arş’ı yarattı. Sonra dördüncü parçayı da yine dört parçaya böldü. Birinci parçadan Arş’ı taşıyan melekleri yarattı. İkinci parçadan Kürsü’yü yarattı. Üçüncü parçadan diğer melekleri yarattı. Dördüncü parçayı yine dört parçaya böldü. Birinci parçadan gökleri yarattı. İkinci parçadan yerleri yarattı. Üçüncü parçadan cennet ve cehennemi yarattı. Dördüncü parçayı yine dört parçaya böldü. Birinci parçadan mü’minlerin gözlerinin nurunu yarattı. İkinci parçadan gönüllerinin nurunu yarattı -ki bu nur ile Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) bilinir-, üçüncü parçadan mü’minlerin ünsiyetlerinin nurunu yarattı -ki bu nur, Lâ ilâhe illallâh, Muhammedür rasûlullâh şeklinde olan tevhidin aslıdır.-”[4]

Hadis-i şerifte zikredilmeyen en son dörde bölünen parçadan dördüncüsünden de Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi zatı yaratılmıştır.

Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) peygamberlik itibarı ile diğer peygamberlere nispetle en son olmakla birlikte yaratılış itibarı ile en evveli olduğunu şu hadis-i şerifi ile de beyan etmektedir:

 

﴿ كُنْتُ اَوَّلَ النَّاسِ فِى الْخَلْقِ وَ آخِرَهُمْ فِى الْبَعْثِ

 

“Ben, insanların yaratılışta en evveliyim, peygamber gönderilmek itibarı ile de en sonuncusu bulunmaktayım.”[5]

Yine başka bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:

 

 

عَنْ اَبِى هُرَيْرَةَ رَضِىَ اللهُ عَنْهُ قالَ: قِيلَ يَا رَسُولَ اللهِ: مَتَى وَجَبَتْ لَكَ النُّبُّوَّةُ؟ قَالَ: ﴿ وَ آدَمُ بَيْنَ الرُّوحِ وَالْجَسَدِ.

 

Hazreti Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) rivayet ediyor: Peygamber Efendimiz’e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) “Ey Allah’ın Rasulü! Sana peygamberlik ne zaman vacib oldu?” Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle cevap verdi:

“Hazreti Âdem (Aleyhisselam) ruhla ceset arasında iken!”[6]

Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) daha yaratılmadan evvel peygamberlik vasıflarıyla vasıflanmıştır.

Hazreti Abdullah İbn-i Ömer’den (Radıyallahü Anhüma) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlardır: “Yerler ve gökler yaratılmadan şu kadar zaman evvel Arş su üzerindeyken Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) mahlûkatına ait takdirini yazdı. Ana kitaba yazılan şeylerin başında ‘Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nebilerin tamamlayıcısı ve hatemidir’ ibaresi vardı.”[7]

Hazreti Ali ve Hazreti Abdullah İbn-i Abbas’tan (Radıyallahü Anhüm) rivayet edilmiştir ki: “Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) göndermiş olduğu peygamberlerin hepsinden eğer kendileri hayatta iken Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gönderecek olursa hemen kendisine iman etmeleri için söz almıştır.

Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuruna diğer peygamberlerin nurlarına nazar etmesini emretti. Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuru diğer bütün peygamberlerin nurlarını kuşattı. Diğer bütün peygamberler:

‘Ey Rabbimiz! Nuru bizi kuşatan bu varlık kimdir, nedir?’ Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) şöyle cevap verdi:

‘O, benim Habibim’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nurudur. Eğer siz O’na inanır ve bağlanırsanız peygamber olursunuz.’ Bunun üzerine peygamberlerin nurları hep birden haykırdı:

‘O’na ve O’nun peygamberliğine inandık ve iman ettik.’

Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) tekrar sordu:

‘Şahit olayım mı?’

Peygamberlerin nurları ‘Şahit ol Ya Rabbi!’ diyerek cevap verdiler.”[8]

Peygamberlerden alınan bu sözleşmenin mahiyeti Kur’an-ı Kerim’de de şu şekilde beyan edilmektedir:

 

﴿ وَ اِذْ اَخَذَ اللهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّينَ لَمَا آتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَ حِكْمَةٍ ثُمَّ جَآءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ وَ لَتَنْصُرُنَّهُ قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَ اَخَذْتُمْ عَلَى ذَلِكُمْ اِصْرِى قَالُوا اَقْرَرْنَا قَالَ فَاشْهَدُوا وَ اَنَا مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِدِينَ

 

 “Allah, (geçmiş) peygamberler (in) den ‘And olsun ki size kitap ve hikmet verdim. Sonra da size nezdinizdeki (o kitap ve hikmeti) tasdik eden bir peygamber gelmiştir (gelecektir). Ona kat'iyen iman ve ona her halde yardım edeceksiniz’ diye (ahit ve) misak aldığı zaman dedi ki: ‘İkrar ettiniz ve uhdenize bu ağır yükümü (vecibemi) alıp kabul eylediniz mi?’ Onlar (cevaben): ‘İkrâr ettik’ dediler. (Allah) dedi ki: ‘Öyleyse (birbirinize ve ümmetlerinize karşı) şahit olun. Ben de sizinle beraber (bu ikrarınıza) şahitlik edenlerdenim’.”[9]

Bu hadis-i şeriflerden de anlaşıldığı üzere Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bütün peygamberlerin peygamberidir. Nitekim Mirac gecesi bütün peygamberlerin ruhlarına imam olmuş ve onlara namaz kıldırmıştır. Kıyamet gününde de bütün peygamberler O’nun sancağı altında haşronulacaktır.

 

Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nurunun yaratılması hakkında birçok rivayetler vardır ki biz burada bu rivayetlerden bir kısmını zikredeceğiz:

Ebu Musa el-Medeni’nin Şerefil Mustafa isimli eserinde ise şöyle rivayet etmektedir:

Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuru bütün yaratılmışlardan, Arş, Kürsi, Levh ve Kalem’den dokuz yüz bin sene önce yaratılmıştır. Bu nur gayb âleminde bir müddet dolaştıktan sonra Allahü Teâlâ’ya (Celle Celalühü) secde etmek ile emrolundu. Bunun üzerine nur, bin yüz sene secdede kaldı. Daha sonra Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) mahlûkatı yaratmak istedi ve bu nurdan bir cevher yaratarak ona kudret nazarı ile baktı. Bu cevher Allahü Teâlâ’nın (Celle Celalühü) nazarının heybeti ile eridi ve su olup akmaya başladı. Bin sene devamlı akarak hiçbir yerde durmadı.

Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) o suyu on kısma ayırdı:

Birinci kısımdan Arş’ı yarattı. Arş’ın dört yüz bin direği vardır ve her direğinin arası dört yüz bin yıllık yoldur.

İkinci kısımdan Kalem’i yarattı. Kalem’in uzunluğu beş yüz yıllık yoldur. Daha sonra Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) Kalem’e “Ey Kalem! Yaz, yaz!” dedi. Kalem “Ne yazayım ya Rabbi!” dedi. Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) da “Bismillâhirrahmânirrahîm” yaz dedi. Kalem “Bismillâh” yazınca Allahü Teâlâ’nın (Celle Celalühü) isminin azametinden iki parçaya ayrıldı ve birkaç bin sene bu şekilde kaldı. Daha sonra birinci parça ile “Rahmân” ikinci parça ile de “Rahîm” yazarak yüz senede Besmele-i Şerif’i tamamlayabildi.

Besmele-i Şerif yazıldıktan sonra Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) şöyle nida etti:

“Ey Kalem! İzzetim ve celalim hakkı için, Ümmet-i Muhammed’den erkek veya kadın her kim ‘Bismillâhirrahmânirrahîm’ derse, o kimsenin amel defterine yedi yüz senelik ibadet sevabı yazarım.” (Bu yıllar ahiret yılı iledir ki bu da üç yüz altmış güne tekabül eder. Her bir günü ise bin dünya yılı kadardır.)

Daha sonra Kalem’e şunları yazmasını emretti:

“Ben, kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah’ım. Hazreti Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Allah’ın (Celle Celalühü) rasulüdür. Benim kazama teslim olan, belama sabreden, nimetlerime şükreden ve hükmüme razı olan kimseleri sıddıklardan yazarım ve kıyamet günü de onları sıdıklarla birlikte haşrederim. Kazama teslim olmayan, belama sabretmeyen, nimetlerime şükretmeyen ve hükmüme de razı olmayan kimse ise kendisine benden başka bir Rab arasın.”

Sonra Kalem’e yağmurların damlalarını, kumların adetlerini, ağaçların yapraklarını, mahlûkatın rızıklarını, denizlerin köpüklerini, kıyamete kadar gece ve gündüzlerin adetlerini ve gece ve gündüzlerde neler olacağını bütün teferruatı ile yazmasını emretti ve Kalem de bütün bunları yazdı.

Rivayet olunmuştur ki Kalem, Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ism-i şerifini yazdığı zaman Allahü Teâlâ’ya (Celle Celalühü) secde etti ve bin yıl secdede kaldı. Secdeden kalktıktan sonra da “Esselâmü aleyke yâ Muhammed” dedi. Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) da Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından Kalem’in selamını alıp “Sana ve O’na selam ve rahmet olsun. Cenneti Habibime (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve O’nu tasdik edenlere vacip kıldım” buyurdu. Bu yüzden selam vermek sünnet, selamı almak ise farz oldu.

Üçüncü kısımdan Levh’i yarattı. Levh, beyaz bir inciden yaratıldı. Kenarları kızıl yakuttan olup büyüklüğü yer ile gök arası kadardır. Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) her gün Levh’e nazar eder. Levh’de şu yazılıdır:

“Ölüyü diriltir, diriyi öldürürüm. Zengini fakir yapar, fakiri de zengin yaparım. Zelil kimseyi aziz, aziz kimseyi de zelil yaparım.”

Levh’in yukarısı Arş’a bağlıdır. Aşağısı ise büyük bir meleğin omzunda durur.

Dördüncü kısımdan Ay’ı yarattı.

Beşinci kısımdan Güneş’i yarattı.

Altıncı kısımdan Cennet’i yarattı. Cennet’i evliyaya ve doğru yolda olanlara mesken eyledi. Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) cenneti yarattıktan sonra onu beş şey ile süsledi:

  • Emr-i Bil Ma’ruf
  • Nehy-i Anil Münker
  • Cömertlik
  • Allahü Teâlâ’ya (Celle Celalühü) itaat
  • Günahlardan kaçınmak

Yedinci kısımdan Gündüz’ü yarattı. Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) gündüzü çalışma ve maişet kazanma vakti olarak tayin etti.

Sekizinci kısımdan Melekler’i yarattı. Melekleri yarattıktan sonra onları sınıf sınıf ayırdı ve kendisine ibadet etmeleri ve mü’minler için istiğfar etmelerini onlara emretti.

Dokuzuncu kısımdan Kürsi’yi yarattı. Kürsi, bir inciden yaratılmıştır ve gökleri ve yedi kat yeri doldurur. Yer ve gök Kürsi yanında sahrada kum gibi kalır. Kürsi’nin sağında on bin, solunda da on bin kürsi vardır. Her kürside bir melek oturur ve bu melekler Ayetel Kürsi’yi okumakla meşgul olurlar. Okunan Ayetel Kürsi’lerin sevabını da Ümmet-i Muhammed’den bu ayet-i kerimeyi okuyanların amel defterlerine yazarlar.

Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) bu ayet-i kerimeyi Kürsi’nin etrafına yazmıştır. Bu ayet-i kerimeyi okumaya devam eden kimseye kıyamet gününde Kürsi’nin ağırlığı miktarınca sevap verilir.

Onuncu kısımdan da Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nurunu yarattı. Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ruhu Arş’ın sağında dört bin yıl tesbih ve takdise devam etti. Sonra Arş’ın ortasına gelip yedi bin yıl da burada tesbihe devam etti. Arş’ın ortasından Levh’e geldi. Levh’e gelince Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ruhunun nuru daha ziyade bir parlaklığa büründü. Oradan da Kürsi’ye getirildi ve burada da tesbihe devam etti.

 

Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ruhu şerifleri Kürsi’de iken Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) Cebrail (Aleyhisselam), Mikail (Aleyhisselam) ve İsrafil’e (Aleyhisselam) şöyle emretti:

“Dünyaya gidiniz ve Habibimin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ravza-i Mutahharası (mübarek ve temiz kabr-i şerifi) olacak yerden bir miktar toprak getiriniz.”

Bu büyük melekler Allahü Teâlâ’nın (Celle Celalühü) emri ile dünyaya geldiler. Medine-i Münevvere’ye, Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabr-i şerifinin bulunduğu yere gelince yer sevincinden yarıldı. O zamana kadar oranın toprağı misk gibi siyah iken o anda kâfur gibi bembeyaz oldu. Melekler bir miktar toprak alıp semaya yükseldiler.

Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) Cebrail’e (Aleyhisselam) “Ey Cebrail! Cennete git, bir miktar kâfur, misk, zaferan, sümbül, selsebil, mâi muîn ve tesnîm al ve toprağa karıştır” diye emretti.

Cebrail (Celle Celalühü) bunun hikmetini merak edip sorunca Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) şöyle buyurdu:

“Habibimin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kemiklerini kâfurdan, sinirini zaferandan, kanını miskten, saçını sümbülden, yüzünü selsebilden, ağız ve dişlerini mâi muînden, sözlerini de tesnimden yaratırım. Onun fasih ve etkileyici sözlerini insanlara rahmet ederim.”

Cebrail (Aleyhisselam) Allahü Teâlâ’nın (Celle Celalühü) bu emrini yerine getirdikten sonra Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) şöyle buyurdu:

“Ey Cebrail! O toprağı al ve gökleri, tabakalarını ve etrafını dolaştır. Daha sonra meleklere gösterip cennet nehrine daldır. Bütün âleme, karalara ve denizlere arz eyle ve ‘Bu, Allahü Teâlâ’nın (Celle Celalühü) Habibinin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) temiz toprağıdır. O, günahkârların şefaatçisidir’ diye nida eyle.”

Daha sonra bir kandil yakıp Arş’ın altına astılar. O kandili Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuruna mekân eylediler. Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuru Hazreti Âdem (Aleyhisselam) yaratılıncaya kadar orada kaldı. Hazreti Âdem (Aleyhisselam) yaratılınca Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuruna Hazreti Âdem’in (Aleyhisselam) iki kaşının arasına gelmesi emrolundu. Hazreti Âdem (Aleyhisselam) yaratılıp kendisine ruh verilince alnında gökteki Zühre yıldızı gibi parlayan bir nur olduğu görüldü.[10]

 

Şeyh Said’den yapılan bir rivayette de şöyle zikredilmektedir:

Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuru beyaz bir kuş suretinde yaratıldı. Bu kuş Arş altında rahmet deryasına daldı. Dört bin yıl tesbih eyledi. Deryadan çıktığı zaman tüylerinden yüz yirmi dört bin damla döküldü. Her bir damladan bir peygamberin ruhu yaratıldı. Diğer bir rivayete göre de bu kuş yüz yirmi dört bin kere nefes alıp verdi. Her nefesten bir peygamberin ruhu yaratıldı. Peygamberlerin ruhlarının nefeslerinden sıddıkların ruhları yaratıldı. Sıddıkların ruhlarının nefesinden zahidlerden itaat eden kulların, onların nefeslerinden de asilerin ruhları yaratıldı. Bu yüzden mutiler ve asiler Peygamber Efendimiz’i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) severler.

Daha sonra Allahü Teâlâ (Celle Celalühü), bu nura mahal olacak toprağa dörde ayrılmasını emretti. Bunun üzerine o toprak dörde bölündü. Bir parçasından güneş, birinden ay, birinden hava ve birisinden de kandil yaratıldı. Bu kandil üç zincir ile Arş’a bağlıdır:

  • Beka (Ebedilik)
  • Atâ (İhsan)
  • Likâ-i Ubudiyyet (Cemal-i İlahi)

Bu kandilden bir damla damladı. Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) Cebrail’e (Aleyhisselam) buyurdu ki:

“Ey Cebrail! O toprağı bu damla ile karıştır ki Habibimin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuruna mahal olsun. Habibimin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nurunu Hazreti Âdem’in (Aleyhisselam) çamuru yaratılıncaya kadar onun alnında emanet koyun.”[11]

 

Tefrîk-i Bahrül Ulûm’da Necmeddin Ömer Nesefi (rahmetullahi aleyh) şöyle rivayet eder:

Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuru, bütün varlıklar yaratılmazdan bir milyon altı yüz yetmiş bin yıl önce yaratıldı. İki bin perdeden geçti: Kudret perdesi, azamet perdesi, minnet perdesi, rahmet perdesi, saadet perdesi, keramet perdesi, menzilet perdesi, hidayet perdesi, nübüvvet perdesi, rif’at perdesi, heybet perdesi, şefaat perdesi… Bu nur her bir perdede Allahü Teâlâ’nın (Celle Celalühü) dilediği kadar durdu.

Kudret perdesinde on iki bin yıl

سُبْحَانَ رَبِّىَ اْلاَعْلَى

(sübhâne rabbiyel a’lâ) tesbihiyle meşgul oldu.

Azamet perdesinde on bir bin yıl

سُبْحَانَ عَالِمُ الثَّنَا وَ اَخْفَى

(sübhâne âlimüssenâ ve ehfâ) tesbihiyle meşgul oldu.

Minnet perdesinde on bin yıl

سُبْحَانَ الرَّفِيعِ الْعَلَى

(sübhâner refîil alâ) tesbihiyle meşgul oldu.

Rahmet perdesinde dokuz bin yıl

سُبْحَانَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ

(sübhânel hayyul kayyûm) tesbihiyle meşgul oldu.

Saadet perdesinde sekiz bin yıl

سُبْحَانَ مَنْ هُوَ غَنِىٌّ لاَ يَفْتَقِرُ

(sübhâne men hüve ğaniyyün lâ yeftekır) tesbihiyle meşgul oldu.

Keramet perdesinde yedi bin yıl

سُبْحَانَ مَنْ هُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ

(sübhane men hüve hayyün lâ yemût) tesbihiyle meşgul oldu.

Menzilet perdesinde altı bin yıl

سُبْحَانَ الْعَلِيمُ الْحَلِيمُ

(sübhânel alîmül halîm) tesbihiyle meşgul oldu.

Hidayet perdesinde beş bin yıl

سُبْحَانَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ

(sübhâne rabbil izzeti ammâ yesifûn) tesbihiyle meşgul oldu.

Nübüvvet perdesinde dört bin yıl

سُبُّوحٌ قَدُّوسٌ رَبُّنَا وَ رَبُّ الْمَلَئِكَةِ وَالرُّوحِ

(subbûhun kuddûsün rabbünâ ve rabbül melâiketi verrûh) tesbihiyle meşgul oldu.

Rif’at perdesinde üç bin yıl

سُبْحَانَ ذِى الْمُلْكِ وَالْمَلَكُوتِ

(sübhâne zil mülki vel melekût) tesbihiyle meşgul oldu.

Heybet perdesinde iki bin yıl

سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَظِيمِ وَ بِحَمْدِهِ

(sübhâne rabbiyel azîm ve bihamdihî) tesbihiyle meşgul oldu.

Şefaat perdesinde bin yıl

سُبْحَانَ اللهِ وَ بِحَمْدِهِ

(sübhânallâhi ve bihamdihî) tesbihiyle meşgul oldu.

Hepsini bitirip bütün perdelerden geçtikten sonra on deryaya dalması emrolundu. Bunlar: Şefaat, nasihat, şükür, sabır, cömertlik, inabet, yakin, hilm, kanaat ve muhabbet deryalarıdır.

Şefaat deryasında bin yıl

رَبِّى رَبِّى

(rabbî rabbî) dedi.

Nasihat deryasında iki bin yıl

اِلَهِى اِلَهِى

(ilâhî ilâhî) dedi.

Şükür deryasında üç bin yıl

سَيِّدِى سَيِّدِى

(seyyidî seyyidî) dedi.

Sabır deryasında dört bin yıl

يَا اَحَدُ يَا اَحَدُ

(yâ ehad yâ ehad) dedi.

Cömertlik deryasında beş bin yıl

يَا وَاحِدُ يَا وَاِحدُ

(yâ vâhid yâ vâhid) dedi.

İnabet deryasında altı bin yıl

يَا وَاجِدُ يَا وَاجِدُ

(yâ vâcid yâ vâcid) dedi.

Yakin deryasında yedi bin yıl

يَا عَلِىُّ يَا عَلِىُّ

(yâ ali yâ ali) dedi.

Hilm deryasında sekiz bin yıl

يَا عَظِيمُ يَا عَظِيمُ

(yâ azîm yâ azîm) dedi.

Kanaat deryasında dokuz bin yıl

يَا رَؤُفُ يَا رَؤُفُ

(yâ raûf yâ raûf) dedi.

Muhabbet deryasında on bin yıl

سُبُّوحٌ قُدُّوسٌ يَا اَللهُ يَا كَرِيمُ

(subbûhün kuddûsün yâ Allah yâ kerîm) diye Allahü Teâlâ’yı (Celle Celalühü) zikretti.

Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) bu derya kenarında nurdan bir konak yarattı. Bu konak yerden ve gökten yetmiş kat daha büyüktür. Bu konakta yedi yüz makam yarattı: Tevhid makamı, Marifet makamı, İman makamı, İslam makamı, Havf (Allahü Teâlâ’dan (Celle Celalühü) korkmak) makamı, Reca (Allahü Teâlâ’dan (Celle Celalühü) ümitli olmak) makamı, Şükür, Hudu ve Huşu makamı, İnabet (Günahları terk edip Allahü Teâlâ’ya (Celle Celalühü) dönmek) makamı, Haşyet makamı, Hayret makamı, Kanaat makamı, İrade makamı ve Muhabbet makamı.

Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuru bu makamlardan geçerken her birinde bin sene durdu. En son muhabbet makamına geldi ve bin sene de bu makamda durdu. Daha sonra Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) şöyle nida etti:

“Ey Habibimin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuru, ben kimim?”

Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuru:

“Beni yaratan, bana rızık veren, beni yaşatan ve öldüren Rabbimsin!” dedi.

Bunun üzerine Allahü Teâlâ (Celle Celalühü):

“Ey Habibimin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuru! Beni güzel bildin. Beni bu şekilde bildiğin gibi bana ibadet ile meşgul ol ki asıl marifetin bana ibadet yapmak olduğunu diğer kullarım da bilsinler.”

Bu nidadan sonra Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuru derhal ibadete başladı ve on yedi bin yıl ibadet etti. Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) kendi nurundan bir miktar nuru bu nurun üzerine saçtı. Nur bu ihsandan dolayı şükür secdesine vardı. Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) bu secdeden dolayı Kur’an-ı Kerim’i Ümmet-i Muhammed’e kolay eyledi ve sabah namazını farz kıldı. Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuru tekrar ibadete koyuldu. On yedi bin yıl ibadet etti. Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) nurdan bir elbise giydirdi. Nur, bu ihsandan dolayı tekrar şükür secdesine kapandı. Bu secde sebebiyle öğle namazı farz kılındı. Bu şekilde beş vakit namaz şükür secdeleri karşılığında farz kılındı. Her secdesinde nurdan bir elbise giydirildi.

Sonra nur, şimdi kılınan namaz gibi iki rekat namaz kıldı. Kıyamda bin yıl, rükûda bin yıl, secdede bin yıl, tahiyyatta da bin yıl durdu. Her rükunda bin yıl bekledi. Selam verirken sağ tarafa bin yıl, sol tarafa da bin yılda selam verdi ve bu şekilde namazı bitirdi.

Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) dedi ki:

“Ey Habibim! Güzel hizmet ettin, bir makam dile.”

Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de

“Ya Rabbi! Öyle anlıyorum ki, beni ilerde bir topluluğa önder olarak göndereceksin. O topluluk namazlarını noksan kılacaklar. Ben, bu namazın sevabını onlara hibe ettim. Onlar için mağfiret makamı isterim.”

Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) şöyle nida etti:

“Ey Habibimin nuru! Güzel hilat istedin. Bende Seni onun için yarattım ve onun için Seni dost edindim.”

Bu ihsan karşılığında Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalktı. Bu esnada o nurdan yüz yirmi dört bin damla düştü. Her bir damladan bir peygamberin ruhu yaratıldı. Sonra tekrar damlalardan Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail (aleyhimüsselam) yaratıldılar.[12]

Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuru Allahü Teâlâ’nın (Celle Celalühü) güzel isimlerini zikirle meşgul oldu. “Kahhar” ismine geldiği zaman Allahü Teâlâ’nın (Celle Celalühü) heybetinden terledi. Başının terinden meleklerin ruhları yaratıldı. Yüzünün terinden Arş, Kürsi, Levh, Kalem, Güneş, Ay ve yıldızların taşıyıcıları yaratıldı. Göğsünün terinden âlimlerin, şehitlerin ve salihlerin ruhları yaratıldı.

Sırtının terinden Beytül Mamur, Kâbe-i Muazzama, Beytül Makdis, Ravza-i Mutahhara ve bütün mescidlerin yerleri yaratıldı. Kaşlarının terinden kadın, erkek bütün mü’minlerin ruhları yaratıldı.

Kuyruk sokumunun terinden Yahudi, Hıristiyan, müşrikler, Mecusiler ve bütün kâfirlerin ruhları yaratıldı. Ayaklarının terinden doğudan batıya kadar bütün yerler ve içindekiler yaratıldı.

Kendisinden mü’min ve kâfir sayısı kadar ter damladı.

Böylece Efendimiz’e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) اَبُو اْلاَرْوَاحِ (ebul ervâh-ruhların babası) künyesi verildi.

Bu ruhlar ruhu Muhammed’in etrafını tesbih ederek bin yıl tavaf eylediler. Mevla “Muhammed’in ruhuna nazar eyleyin” buyurdu. O latif ruhun başını görenler dünya âleminde yaratılmışların arasında halife veya padişah oldular.

Alnını görenler adil beylerden oldular. Gözlerini görenler hafız-ı kelam, kaşlarını görenler nakkaş oldular. Kulaklarını görenler vaaz ve nasihati kabul edenlerden oldular.

Yanaklarını görenler akıllı ve iyi amelli oldular. Yüzünü görenler hâkim ve attar, dudaklarını görenler vezir oldular. Ağzını görenler oruç tutan oldular, dişlerini görenler oğlan ve kız oldular. Gölgesini görenler şarkıcı ve sanatçı oldular.

Bakıp göremeyenler Yahudi, Hıristiyan, Mecusi ve şirk ehli oldular. Hiç bakmayanlar Nemrud, Firavun gibi oldular.

Bütün ruhlar 4 saf oldular:

  • Nebiler ve Resuller safı
  • Veli kullar safı
  • Mü’minler safı
  • Kâfirler safı

Anlatılan ruhlar makamında Allah’ın dilediği kadar durdular. Sonra sıraları geldikçe bu cesetler âlemine geldiler.

Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) bu âlemi yarattıktan sonra beşeriyet âlemini yaratmayı murat edince buyurdu ki:

 

﴿وَ اِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ اِنِّى جَاعِلٌ فِى اْلاَرْضِ خَلِيفَةً

 

“Hani Rabbin meleklere, ‘Muhakkak ben yeryüzünde (benim emirlerimi tebliğ ve infaza memur) bir halife (bir insan) yaratacağım’ demişti.”[13]

Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) Azrail’e (Aleyhisselam) yeryüzünün her bir tarafından bir miktar toprak almasını emretti. Azrail (Aleyhisselam) indi, her bir taraftan toprak parçası aldı, sonra onu çamur haline getirdi ve ruh üfürüldü. Hazreti Âdem (Aleyhisselam) yaratılınca Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nuru ona geçti. O anda bu nur Hazreti Âdem’in (Aleyhisselam) alnında bir elmas gibi parladı ve diğer bütün nurları söndürdü. Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) Hazreti Âdem’i (Aleyhisselam) taht üzerine çıkartıp oradan da meleklerin omuzlarına yükseltti. Melekler Allahü Teâlâ’nın (Celle Celalühü) emri ile Hazreti Âdem’e (Aleyhisselam) gökleri tavaf ettirdiler.

O mübarek nur Hazreti Âdem’in (Aleyhisselam) başında yüz yıl, göğsünde yüz yıl ve ayaklarında da yüz yıl kaldı. Bundan sonra Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) bütün mahlûkatın isimlerini Hazreti Âdem’e (Aleyhisselam) öğretti. Daha sonra yeryüzünde bulunan bütün meleklerine Hazreti Âdem’e (Aleyhisselam) secde etmelerini emretti.[14] Bütün melekler secde ettiği halde şeytan kibirlenerek secde etmedi ve bu yüzden lanete uğradı.

 

Hazreti Cafer-i Sadık (Radıyallahü Anh) buyurmuştur ki: “Hazreti Âdem’e (Aleyhisselam) ilk secde eden Cebrail’dir (Aleyhisselam). Daha sonra Mikail (Aleyhisselam), İsrafil (Aleyhisselam) ve Azrail (Aleyhisselam) secde etmişlerdir. Bunlardan sonra da Mukarreb (yakınlık) melekleri secde etmişlerdir.[15]

Hazreti İbn-i Abbas (Radıyallahü Anhüma) buyurdu ki: “Hazreti Âdem’e (Aleyhisselam) öğleden ikindiye kadar secde yapıldı. Sonra Allahü Teala (Celle Celalühü) Hazreti Adem (Aleyhisselam) uykuda iken onun sol kaburga kemiğinden Hazreti Havva’yı (Radıyallahü Anha) yarattı. Uyandığı zaman Hazreti Adem (Aleyhisselam) Hazreti Havva’ya (Radıyallahü Anha) yaklaşmak istedi. Melekler kendisine:

“Uzak dur” dediler. Hazreti Âdem (Aleyhisselam):

“Niçin uzak durayım? Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) onu benim için yarattı” dedi. Melekler:

“Onun mehrini ver” dediler. Hazreti Âdem (Aleyhisselam):

“Mehri nedir?” diye sorunca melekler:

“Hazreti Muhammed’e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üç kere salavat getirmendir” dediler.[16]

 

Daha sonra Allahü Teala (Celle Celalühü) Hazreti Adem (Aleyhisselam) ile Hazreti Havva’ya (Radıyallahü Anha) bütün cennet nimetlerini helal kıldı. Ancak tek bir ağaca yaklaşmaları kendilerine yasaklandı.

Şeytan, Hazreti Adem (Aleyhisselam) ile Hazreti Havva (Radıyallahü Anha) validemizi kıskandı ve onları cennetten çıkarmak için kendilerine Allahü Teala’nın (Celle Celalühü) adına yemin ederek o yasak ağaçtan yemeleri halinde ölümsüz olacaklarını söyledi. Bunun üzerine önce Hazreti Havva (Radıyallahü Anha), daha sonra da Hazreti Adem (Aleyhisselam) o ağacın meyvelerinden yedi.

Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) işlemiş oldukları bu zelle sebebi ile kendilerini cennetten çıkarttı. Bu şekilde onlarla birlikte Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mübarek nuru şerifi de dünyaya intikal etmiş oldu.

Hazreti Âdem (Aleyhisselam) dünyaya indirildikten sonra Allahü Teâlâ’nın (Celle Celalühü) fazl-u keremi ve Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hürmetine affedilmiştir.

 

﴿ فَتَلَقَّى آدَمُ مِنْ رَبِّهِ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

 

 “Derken Hazreti Âdem (Aleyhisselam) Rabbinden kelimeler belleyip aldı (O’na yalvardı). O da tevbesini kabul etti. Çünkü Allahü Teâlâ (Celle Celalühü), tevbeyi en çok kabul eden, ziyade acıyıcı olandır.”[17]

 

عَنْ عُمَرَ رَضِىَ اللهُ عَنْهُ قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمَ: ﴿ لَمَّا اَذْنَبَ آدَمُ الذَّنْبَ الَّذِى اَذْنَبَهُ رَفَعَ رَأْسَهُ اِلَى السَّمَآءِ فَقَالَ: اَسْأَلُكَ بِحَقِّ مُحَمَّدٍ اَلاَ غَفَرْتَ لِى؟ فَاَوْحَى اللهُ اِلَيْهِ: وَ مَنْ مُحَمَّدٌ؟ فَقَالَ: تَبَارَكَ اسْمُكَ لَمَّا خَلَقْتَنِى رَفَعْتُ رَأْسِى اِلَى عَرْشِكَ فَاِذًا فِيهَا مَكْتُوبٌ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ فَعَلِمْتُ اَنَّهُ لَيْسَ اَحَدٌ اَعْظَمَ عِنْدَكَ قَدْرًا مِمَّنْ جَعَلْتَ اِسْمَهُ مَعَ اِسْمِكَ فَاَوْحَى اللهُ اِلَيْهِ: يَا آدَمُ اَنَّهُ آخِرُ النَّبِيِّينَ مِنْ ذُرِّيَّتِكَ وَ لَوْ لاَ هُوَ مَا خَلَقْتُكَ. ﴾

 

Hazreti Ömer’den (Radıyallahü Anh) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlardır: “Hazreti Âdem (Aleyhisselam) işlediği hatayı anlayınca başını semaya kaldırarak Allahü Teâlâ’ya (Celle Celalühü) ‘Beni Hazreti Muhammed’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hürmetine affetmez misin?’ dedi. Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) da ona ‘Muhammed kimdir?’ diye sordu. O da: ‘İsmin pek yüce oldu ya Rabbi! Sen beni yaratınca başımı Arş’ına doğru kaldırdım. Bir de gördüm ki orada ‘Lâ ilâhe illallâh, Muhammedür rasûlullâh’ yazılı idi. Böylece Senin katında ismini kendi ismin ile beraber yazdığın kişiden daha kıymetli bir kişi olmayacağını anladım’ dedi. Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) “Ey Âdem! Şüphesiz ki O, zürriyetinden gelecek peygamberlerin sonuncusudur. O olmasaydı seni de yaratmayacaktım’ buyurdu.” (Ve Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şefaati ile onu affetti.)[18]

 

Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dünyaya gelişi on sekiz bin âlem için rahmet olmuştur. Bütün mahlûkat ve hatta melekler dahi bu rahmetten nasibini almıştır. Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yaratılış sırrını ve âlemlere rahmet oluşunu Büyük Şeyh Efendi İsmet Garibullah (Kuddise Sırrahü) Risale-i Kudsiyye adlı değerli eserinde şu şekilde beyan etmektedir:

كُورُنْمَكْ اِيسْتَدِى اُولْ ذَاتِ يَزْدَانْ

ظُهُورَه كَلْدِى اُولْ سُلْطَانِ اَكْوَانْ

مُحَمَّدْ عَالَمَه رَحْمَتْدِرْ اَىْ جَانْ

آنِكْ نُورِنْدَانْ اُولْدِى جُمْلَه اِمْكَانْ

بُو بَنْلِكْدَنْ كَچُوبْ حَقَّه كِيدَه لِمْ

عَزِيزِمْ سَيْرِ فِى اْلاَشْيَاءْ كَلْ اِيدَه لِمْ

Görünmek istedi ol Zât-ı Yezdân,

Zuhûra geldi ol Sultân-ı Ekvân,

Muhammed âleme rahmettir ey cân,

Ânın nurundan oldu cümle imkân,

Bu benlikten geçip Hakk’a gidelim,

Azîzim seyr-i fil eşya gel idelim.

نَه مُمْكِنْ وَصْفْ اُولُنْمَكْ اُولْ حَبِيبِى

آكَا وَصَّافْ هَمَانْ اَللهْ قَرِيبِى

آكَا بِيحَدْ صَلَوةْ كِيمْ اُولْ حَبِيبِى

بُو وُصْلَتْ دَرْدِينِكْ اُولْدِى طَبِيبِى

بُو سَنْلِكْدَنْ كَچُوبْ حَقَّه كِيدَه لِمْ

جَمَالِ بَا كَمَالَه سَيْرْ اِيدَه لِمْ

Ne mümkün vasf olunmak ol Habîbi,

Ana vassâf hemen Allah karîbi,

Ana bîhad salât kim ol Habîbi,

Bu vuslat derdinin oldu tabîbi,

Bu senlikten geçip Hakk’a gidelim,

Cemâli bâ kemâle seyridelim.

Bu beyitleri Gönlümüzün Kıblesi, Üstadımız Hacı Mahmud Efendi Hazretleri (Kuddise Sırrahü) şu şekilde izah etmektedir:

كُورُنْمَكْ اِيسْتَدِى اُولْ ذَاتِ يَزْدَانْ

“Görünmek istedi ol Zât-ı Yezdân”

Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

 

﴿ كَانَ اللهُ وَ لَمْ يَكُنْ مَعَهُ شَىْءٌ. ﴾

 

 “Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) vardı, Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) ile birlikte hiçbir şey yoktu.”

Yerler, gökler, melekler, cinler ve insanlar yoktu. Sadece Mevla Teâlâ (Celle Celalühü) vardı. Bir hadis-i kudside de şöyle buyrulmaktadır:

 

﴿ كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَاَحْبَبْتُ اَنْ اُعْرَفَ فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُونِى. ﴾

 

 “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmekliği sevdim ve beni bilsinler için mahlûkatı yarattım.”

Mevla Teâlâ (Celle Celalühü) mahlûkatı “لِيَعْرِفُونِى –Beni bilsinler için yarattım” buyuruyor. Eğer Allahü Teâlâ’yı (Celle Celalühü) bilmeye çalışmazsanız siz ne için yaratılmış oluyorsunuz? Siz hangi vazife ile mükellef kılındınız?

Kulluk vazifelerinizi yapmıyorsanız Mevla Teâlâ’ya (Celle Celalühü) aldırmıyorsunuz demektir. Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) bundan üzülmez mi? Öyleyse hemen vazifelerimizi yapmaya başlayalım.

كُورُنْمَكْ اِيسْتَدِى اُولْ ذَاتِ يَزْدَانْ

“Görünmek istedi ol Zât-ı Yezdân”

“Mevla Teâlâ (Celle Celalühü) kendini göstermek istedi.” Ne oldu peki?

ظُهُورَه كَلْدِى اُولْ سُلْطَانِ اَكْوَانْ

“Zuhûra geldi ol Sultân-ı Ekvân”

“Mevla Teâlâ (Celle Celalühü) kendisinin aynası olmak üzere Kâinatın Padişahı’nı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) meydana getirdi.” Hiçbir peygamber hakkında böyle denilmemiştir. Ancak Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında “Kâinatın Padişahı” tabiri kullanılmıştır. O Kâinatın Sultanı kimdir?

مُحَمَّدْ عَالَمَه رَحْمَتْدِرْ اَىْ جَانْ

“Muhammed âleme rahmettir ey cân”

“Ey canım kardeşim! O Kâinatın Sultanı Hazreti Muhammed’dir (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve O, âleme rahmettir.” Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Şu ayet-i kerime bu manaya işaret etmektedir:

 

﴿ وَ مَا اَرْسَلْنَاكَ اِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ

 

 “Habibim! Biz Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”[19]

Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cebrail’e (Aleyhisselam) sordu:

“Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) beni âlemlere rahmet olarak gönderdi. Sen de o âlemlerden birisin. Sana ne gibi rahmet oldum?” Cebrail (Aleyhisselam) dedi ki:

“Şeytan bunca sene kılı kırk yararcasına bize vaaz etti. Sonra kovuldu. Hepimiz korkuluyduk. Ta ki Sen gelinceye kadar. Ne zaman ki ben Sana:

 

﴿ نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ اْلاَمِينُ

 

‘Onu (Kur’an-ı Kerim’i) emin olan Cebrail (Aleyhisselam) indirdi’[20] ayet-i kerimesini indirdim, Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) bana ‘Emin’ buyurunca ben, ‘Eminim elhamdülillah’ dedim.”

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında Mevla Teâlâ (Celle Celalühü) şöyle buyuruyor:

 

 

﴿ اِنَّ اللهَ وَ مَلاَئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِىِّ يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

 

 “Muhakkak ki Allahü Teâlâ (Celle Celalühü) ve bütün melekleri o peygamber üzerine salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de o peygamber üzerine salât edin ve tam manasıyla selam edin.”[21]

Böyle bir ayet hiçbir peygamber hakkında buyrulmamıştır. Böyle büyük bir peygamberin ümmetiyiz. Bu şerefler ki, O’na verilen ümmetine de verilmiştir. Bu ümmet hakkında:

 

﴿ هُوَ الَّذِى يُصَلِّى عَلَيْكُمْ وَ مَلاَئِكَ

YORUMLAR
DİĞER YAZILARI MUKADDİME