Fısıltı HABERLERİ
HV
16 NİSAN Salı 19:53

İsyankar bireyler sebebiyle parçalanmış ailelere sahip bir toplumun kaderi de yalan gibi, takati ancak yatsıya kadarmış.

Ceylin KARAKAYA (YAZAR )
Ceylin KARAKAYA (YAZAR )
Giriş Tarihi : 15-11-2022 16:29

"İsyankar bireyler sebebiyle parçalanmış ailelere sahip bir toplumun kaderi de yalan gibi, takati ancak yatsıya kadarmış."

Zamanın birinde eski mi eski, köhne mi köhne bir gecekonduda yaşayan küçük bir aile varmış. Bir anne, bir baba ve bir oğlan çocuğundan oluşan bu ailenin günleri hep birbirlerine sevgi ve saygı bağlarıyla bağlı, çok da güleç ve mesut hallerde geçer dururmuş.
Evin anası her sabah güneş doğmadan kalkar, gece olup kocası ve oğlu tatlı rüyalara dalana değin onlar için evin içinde çalışır, bir oraya bir buraya döner dururmuş. O kırmızı, rahmetli anasının çeyizinden kalmış, birbirinden ayrılan parçaları ipliklerle bağlanmış çamaşır leğeninin içinde ne vakit çamaşır çitileye dursun, dili hemen aynı ezgiyi çığırırmış:
“Hamdolsun, çoluğum çocuğum yamacımda ya.”
Evin babası her Allah’ın günü güneş batıp ay doğuncaya kadar el işlerinde çalışır, tere kana batarmış. Bu adam ne zaman tarla çapalarken yorulup alnındaki teri silmeye yeltene dursun, dili hemen alışagelmiş o ezgiyi çığırırmış:
“Karım ve çocuğumun yiyeceği bir kuru ekmeğin karşılığı bu terler…”
Evin tek ve biricik oğlu her sabah güneş doğmadan anasıyla beraber kalkar, köylerine sekiz kilometre uzaklıktaki okuluna doğru yola koyulurmuş. Anası onu evden uğurlarken “Ah benim yavrum, Allah senin yanında olsun” diye türlü türlü dualar okur, oğlunun başına bir haller gelmesin diye her vakit kıldığı namazlardan sonra Yaratan’a el açarmış.
Oğlan ne vakit okulunda dersine çalışırken yorulup azıcık dinlenmeye kalksa fikrinde şu cümle gezer dururmuş: 
“Büyük adam olup anamı şehirlerde yaşatacağım.”
Yıllar domino taşları misali art arda geçip gitmiş… Oğlan büyümüş, aklı başından aşkın genç bir delikanlı olup çıkmış. Artık bu küçük ve metruk köyde kabına sığamaz, dolup dolup taşar olmuş. Bu değişken hallerinin farkında olan anası öyle üzülür, öyle üzülürmüş ki zavallıcık, biri diğerini aratmayan türlü türlü hastalıklara yakalanmış. Ona daha iyi bir hayat verememenin mahcupluğuyla biricik anacığı ile babasının başı her doğan gün biraz daha eğilmekteymiş.
Oğlan çocuğu şikayet ede ede, eskiden huzurlu bir yuva olan bu çatının altındaki yaşamı, ona her şeyini vererek bugünlere getirmiş anacığı ile babacığına zehir ede ede erişkinliğe ulaşmaya yaklaşmaktaymış.
Bir gece vakti herkes başını yastığa koyup etraf sessizleşince ana ile baba fısıldaşarak konuşmaya başlamış.
Ana huzursuz, “Yetemedik el kadar yavrucağa demek, bey.” diye hüzünlenmiş. 
Baba birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra ne vakittir düşündüğü fikrini hanımına açmaya karar vermiş. İşte ne olduysa bundan sonra olmuş…
“Madem şehre gitmek istiyor, o halde göndeririz.” Kocasının bu sözü ananın yüreğine korlar serpmiş.
“Deme bey, deme! Bu yaşlı anaya her şeyi de ama evladın gidecek deme…”
“Başka çare mi kaldı hanım? Yetemedik demek ki çocuğa.”
“Şehirde eller yeter mi sanırsın el kadar yavrucağa, bey?”
“Öğrenecek…”
Ana bir an durdu. Zaten öyle şaşkındı, öyle hüzünlüydü ve kafasının içi öyle de karışıktı ki ne dese yanlış olacaktı. Suskunluk bazen tek çareniz olabiliyordu.
“Hanım,”
“Beyim… Yapmayasın.”
“He de, gitsin şu çocuk şehre. Şehrin kirli havasını tatsın, yanlış insanlarını tanısın da kıymet bilir halde gelsin yuvasına. Huzur bulamaz ki orada. O koca betonların arasında kim huzur bulmuş da bir köy çocuğu buluversin, he?”
“Şehrin insanlarına uyup dininden, ahlakından aykırı yollara düşer diyedir korkum, beyim.”
“Öğrenecek hanım, öğrenecek. Bir eli yağda bir eli balda büyütemedik biz yavrumuzu, doğrudur. Ama aile sıcaklığında, samimiyetle büyüttük, huzur verdik en çok da. Acıyı tanımaz, kötü insan nedir diye sorsan bilemez. Şehir insanını da bizim köylü gibi saf sanıyor. Gitsin, görsün, acıyı tanısın da adam olsun.”
Ana baktı ki ne derse desin kocası vazgeçmeyecek, he demekten başka çaresi de kalmadığını anlayıverdi hemen. Aslında kocasının ettiği kelamlar pek de akla yatkındı ama anaydı işte, o ufacık olsa da tüm dünyaya dahi yetebilecek yorgun yüreği bihuzur halde esiyordu.
O gece boyunca köy fırtınalara esir olmuş, yağmur suları hızını hiç kesmeden gecekondunun pencerelerini yalıyor, gökte kızgın şimşekler çakıyormuş.
Ananın gözüne bir gram uyku girmiyor, ne yaparsa yapsın bir türlü uyuyamıyormuş. El kadar yavrucak ne yapar, nasıl geçinir şehirde diye karalar bağlayıp duruyor, böyle bir karar aldığı için yıllar yılı mesut oldukları beyine içten içe ateşler püskürüyormuş. “Ne olurdu sanki şuncacık hanemiz mesut kalaydı da…” gibisinden öyle vehimlere kapılıyormuş ki, az kalsın dertten kederden canından olacak hallere düşmüş.
Ailesinin önüne iki lokma yemek koyabilmek için güneş doğmadan kalkan ana, oğlunun yüzünü belki de son kez görmek umuduyla aceleyle başına gitmiş. Gözleri ıslak, altları patlıcan moruymuş…
Gitmiş gitmesine ama oğlan her gece yattığı sedirde yokmuş. Oraya bakmış, buraya bakmış, oğlunu bulamayınca kederinden çığlıklar ata ata kendinden geçip bayılıvermiş. 
Hanımının ağıtlarıyla uykusu bölünen bey, mütereddit bir halde koşa koşa yanına gitmiş. Bir de ne görsün, hanımı gecekondunun kırık tahtaları üzerine serilmiş eski, püsküllü bir kilimin üzerinde kendinden geçmiş halde yatıyormuş.
Günler geçmiş, beyin ne kendi köyünde ne de civardaki köylerde hanımına şifa aramadığı tek bir hekim kalmamış. Her bir hekim kendince işe yarayacağını düşündüğü şifalı otları kaynatıp kadına içirmesini söylüyor ve ardından beyi başından savıyormuş. Söylenenleri binbir umut içinde harfi harfine yapıp hanımına içiren bey yine de ona derman bulamamış. Derler ki, yıllar yılı sevdalanılan insanın, sevdalısının gözünün önünde yavaş yavaş eriyip gitmesi bu dünyadaki en büyük keder sayılırmış.
Önce anacığı kederinden, sonra babacığı bir başınalıktan hayata gözlerini kapayınca peşine düşebilen kimse de olmadığı için, o gece kendine ufak bir bohça yapıp giden delikanlının izine bir daha hiç kimse rastlayamamış.
İsyan, tarih boyu pek çok kez olduğu gibi bir aileyi daha canından etmiş. İsyankar bireyler sebebiyle parçalanmış ailelere sahip bir toplumun kaderi de yalan gibi, takati ancak yatsıya kadarmış.

Yazar: Ceylin Karakaya

YORUMLAR