Sahnenin Dışındakiler

Efsun her sabah erkenden kalkıyordu. Güneşi selamlamak istiyordu, güneşe doğru gülümsemek. 
Güneş benim üzerime doğmamalı, diyordu. Ben güneş gibi doğmalıyım insanların üzerine. Etrafımdaki her şeyi aydınlatmalıyım. En başta da kendimi... 
Efsun’a her zaman böyle miydin, diye soruyorlardı. Birçok cevaplanması gereken soru... ama onun cevaplamaya değer gördüğü tek soru buydu: “Bugünlere birçok zorluğa meydan okuyarak geldiğinizi biliyoruz. 
Herkes size, olmaz yapamazsın sen, kelimesini birçok kez söyledi. Bu durum sizi psikolojik açıdan nasıl etkiledi, bu psikolojiden nasıl çıkabildiniz, lütfen biraz bahseder misiniz?” Efsun tam cevaplıyordu ki... alarmı çalmaya başladı. Gözlerini açtığında, bu yine her zamanki gibi çok gerçekçi olan bir rüyaydı, dedi. 
Eğer bu zorlu günleri atlatmayı başarırsam bu rüya gerçek olacak, diye düşündü. Sonra şunu hatırladı: Çok çalışmak değil artık babanın kim olduğu önemli diyordu, herkes. Ama o kendisini kimsenin inandırmadığı bir şeye inandırmak istiyordu. Çok çalışırsam bende hak ettiğim yerde olabilirim. 
Efsun için her şey geçici bir hevesten ibaret değildi. Ciddiydi, bu başarma sürecini göze alabileceği gün elbette gelecekti. İşte o zaman başardığı gün olacaktı. 
Efsun öylesine zengin bir ailede doğmadı ama doğduğu evin kaderi olduğuna da inanmadı. 
Babası Efsun’a her zaman, bana benzeme kızım, derdi. Efsun babasının neden böyle söylediğini bilmiyordu çünkü ona göre babası işini iyi yapan bir insandı. Babasına bunu söylediği zaman, bu benim vasıfsız bir işçi olduğumu değiştirmez, dedi babası ve daha sonra Efsun’un hayatını değiştiren şu cümleleri söyledi: Kendini neye inandırırsan onu yaşarsın. Bu yüzden ne olursan ol onu en iyi şekilde yapacağına, güzel bir hayat yaşayacağına ve hayallerinin gerçekleşeceğine önce kendin inanmalısın. Eğer bu süreçte bir zorlukla karşılaşırsan motivasyonun bu noktaya nasıl geldiğini hatırlamak olsun. 
İşte bu, Efsun’un bir tırtılken kozadan çıkmayı başaran bir kelebeğe dönüşmeyi nasıl öğrendiğinin hikayesiydi. 
Efsun daha ilkokuldayken öğretmeni derslerindeki başarısızlıktan dolayı ailesine “Efsun’dan bir şey olmayacak” derdi hep. Tahtaya çıkarırdı ve sınıfa “Efsun tembel mi?” diye sorardı. Arkadaşları da hep bir ağızdan “Efsun, tembel bir öğrencidir” diye cevap verirlerdi.
İşte bunu unutamadı, bütün arkadaşlarının sesi hala kulağındaydı. Ama bu ona insanların başaracağına inanmasını beklemek yerine kendisinin başarabileceğine inanması gerektiğini fark ettirdi. 
Şu anki Efsun olarak baktığında yaşadığı şeyler o yaştaki bir çocuk için çok zordu. Sadece bu durum değil tabii ki. 
Öğretmeni sınıfta ne olacaksınız diye soru yönelttiği zaman “ben büyüyünce doktor olacağım” derdi. Herkes ona bunu demek ne haddineymiş gibi bakardı. Sanki, istesen de olamazsın zaten der gibi. O zaman daha çocuktu keşke öğretmeninin amacı onu yapabileceğine inandırmak olsaydı. 
Efsun’a göre çocuklar öğretmenlerinden çok fazla bir şey beklemiyorlardı. Ancak bu yaşanandan sonra Efsun, doktor olması gerektiğini iyice kafaya koydu. Her gece rüyasında insanlara, ben buraya geldiysem sizler de gelebilirsiniz, diyordu. Ama bu kuru kuruya bir hayalden ibaret değildi. 
Çalışması gerektiğini biliyordu ancak ailesinin ona kaynak sağlayabilecek bütçeye sahip olmadığını da... 
Ne yapsam diye düşünürken karşısına çok iyi bir fırsat çıktı. Bir dershanenin bursluluk sınavı afişi. 
Sınava katılma kararını verdiği andan sınav zamanına kadar her şey yolunda gidiyordu ancak sınav günü onun için tam bir felaket gibiydi. Eve gelirken babasına araba çarpmıştı. Babasıydı o. Ona hayatta kendisine inanması gerektiğini söyleyen tek kişi. Bu durumda sınava gidemezdi. En son çare olarak dershane bursunu kaçırmış olsa da hâlâ çalışmakta kararlıydı. Ama ne yapmalıydı. Arkadaşlarının bitmiş soru bankalarını toplayarak onlardan çalışmaya karar verdi. Onları çalıştı; onlarla yattı, onlarla kalktı. Değdi mi dersek, tabii ki evet. 
Efsun’a göre çalışmanın bir insana ne zararı olabilirdi ki? 
Liseyi okuduğu zamanlarda bütün hayatı durma noktasına getirecek bir salgın çıktı. 
İşte o zaman, bütün arkadaşları ders çalışmanın anlamsız olduğunu düşündü. Sanki salgın hiç bitmeyen bir durummuş gibi... 
İlkokulda tembel dedikleri Efsun var ya artık onu görseler laflarını bir bir geriye alırlardı. Bu yeni Efsun için uyumak zaman kaybıydı çünkü kendisini tembel kalıbında görmek istemiyordu. 
Üniversite sınavına salgının bittiği yıl girmişti. Artık sınava hazırdı. Eskisi gibi tembel Efsun yoktu o sınav kağıdının başında. 
Çalışmıştı, gecesini gündüzüne katmış, boyu kadar kaynak yığınını taramış, birçok deneme çözmüştü. 
Sonunda tahmin ettiği gibi tıp fakültesini kazanmıştı. Tabii, tıp fakültesi 6 yıldı. Uzmanlık falan da derken çok uzun bir süreçti ve bu bütçeyi ailesi karşılayamazdı. Efsun da bu kadar mücadele etmişken pes etmeyi düşünmüyordu. O tıp fakültesini okuyacaktı. Tıp fakültesinden artan zamanlarda hastanenin temizlikçisi olarak çalışmaya karar verdi ve okuduğu süreç boyunca da öyle yaptı. 

Babasının da söylediği şeylerde işçi kısmı hakkında yanlışları olduğu fark etti. Toplum için çok önemli ve değerliydi işçiler. Doktor olduğu zaman işini iyi yapabilmeyi işçilik yaptığı yıllara borçluydu. 

Liyakatin ve etiğin önemini o zaman öğrenmişti. Zorlukların ona anlatacak bir şeyi olduğunu düşünürdü. Artık aldığı darbeler onu yıkmak yerine güçlendiriyordu. Hayatı daha da netleşiyordu gözünün önünde. “Bu kadar değer miydi? Sen de amma abartıyorsun?” diyen insanlar her zaman olacaktı ama artık o daha fazla bu cümleleri dinlemeyecekti. 

İşte ne zaman öyle insanları dinlemezse konuşması için ona mikrofon uzatılacaktı. “Nasıl bu kadar dünyaca ünlü bir genel cerrah olmayı başardınız? Nasıl hiç denenmemiş ameliyatları deneme riskini göze aldınız?” Ondan bu soruları yanıtlamasını bekleyeceklerdi. 

Aslında bu soruların hepsi tek bir cevaba çıkacaktı. “Kendime inandım, çalıştım ve başardım. Sahip olduğum bu şeyler herkeste var ama bu yolun mihenk taşı olan irade herkeste güçlü değil. Size yapamazsın, olmadı diyenler her zaman karşınıza çıkacak. O zaman kim olduğunuzu hatırlamanızın tam zamanı.” 

Sonunda rüyalarına giren o andaydı. Tam da hak ettiği yerde yani sahnedeydi. Geçmişte ona tembel diyen insanlar artık onu alkışlamak zorunda kalmıştı. Ancak onun benliği tam da şu anda geçmişte rüyasında cevaplayamadan uyandığı o sorudaydı. Yıllardır beklediği o soruyu soran olmamıştı. Ancak gözünü alan ışıklara ve onu seyreden kalabalığa gülümsedi ve içinden cevapladı o soruyu. “Her şeye ve herkese rağmen başarmış olmak harika bir his.” 

Edanur İsmail