“DÂİM ALLAH!”

Merhum Karaca Dedem, beş vakit namazını camide kılardı. Camiden gelince eline Kur’an-ı Kerim’i alıp okurdu. Mübareğin ağzı hiç boş kalmazdı, Kur’an okumadığı zaman da tesbihini eline alıp evrad ve ezkarla meşgul olurdu. Bir de sık sık, “Dâim Allah! Dâim Allah!” derdi. 

Bu “Dâim Allah!” lafzı üzerine, yüzlerce cilt kitap yazılsa yeridir. Zaten nice ilim ehli, bu lafzı şerh eden eserler yazmışlar. Aklım yetti yeteli de bu mübarek kelimenin peşine düşmüşüm. Tıpkı Asr-ı Saadet’ten itibaren asırlar boyunca bu mübarek kelime ile yanıp tutuşan büyüklerimiz gibi. 

Osmanlı ordusunda mehteran bölüğü kurulduktan sonra, bu bölük cihad için hücuma geçilmeden önce mutlaka şöyle bir okuyuşu yapar: Önce gür sesli bir nefer, “Nasrun minellahi ve fethün karîb. Ve beşşiri’l mü’minin” der. Daha sonra hep bir ağızdan, “Ya Muhammed!” denilir. 

Daha sonra kumandanın “Bismillah hücum!” komutuyla birlikte bütün mehteran, “Allah! Allah!” demeye başlar. Bunun üzerine bütün nefer “Allah! Allah!” sadâsıyla hücuma kalkar. Şayet bir kal’a veya etrafı surlarla çevrili bir şehir (İstanbul gibi) fethedilecekse, çetin bir muharebenin ardından surlara Kelime-i Tevhid sancağı dikilir dikilmez, bir nefer Ezan-ı Muhammedî okumaya başlar: “Allahu Ekber! Allahu Ekber!”   

Bu mübarek sözler, Allah’ın mülkü olan bu yeryüzündeki bir yerin daha küfür pisliğinden temizlendiğinin müjdecisidir. 

Savaş meydanları hep, “Allah! Allah” mübarek lafzı ile yankılanmıştır. Çanakkale Savaşı’nda o kahraman Mehmedcik, “Allah! Allah!” diyerek siperden fırlayıp düşmanın üzerine atılmıştır. 

Kurtuluş Savaşı’nın o cenk meydanları hep “Allah! Allah!” lafzı ile çınlamıştır. Allah, ism-i âzâmdır. Bu mübarek kelam, Cemalli, Celalli ve Kemalli Esmâü’l Hüsnâ’nın tamamını içerisinde barındırır. Hatta binbir esma ve bizim bilmediğimiz, Rabbimizin bildiği bütün isimler bu mübarek kelimenin içerisinde mündemiçtir.   

Onun için bu mübarek kelimenin telaffuzunda mu’cizevî bir tesir vardır. Kalbler ürperir. Ruh hayat bulur. İnsanın içini bir huzur kaplar. 

Günde beş vakit okunan Ezan-ı Muhammedî, Allahu Azimüşşan’ın birliğini, kudretini, azâmetini bütün kâinata ilandır. İşte bunun için ezan, Şeâir-i İslâmiyedendir. Yani İslâm sembolüdür. 

Molla Muhammed Doğan Hocam, “Ezan’daki Davet” kitapçığında şöyle demektedir:

“Evet, müezzin, her gün beş defa ‘Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber!’ ‘Allah büyüktür. Allah büyüktür. Allah büyüktür. Allah büyüktür.’ diye ilan ediyor, davet yapıyor. 

‘Allah, bütün bu kâinata nasıl hükmediyor; bu kâinatı tek başına nasıl idare ediyor?’ diye düşünüyorsanız ve bu hakikat, aklınıza sığmıyorsa, ‘Allahu Ekber’ deyin. Eğer bu yüksek hakikat, zihninize yerleşmiyorsa, azâmet-i İlâhiye’yi düşünün. 

“Müezzin, evvela günde beş defa bu şüpheyi izale ediyor. ‘Allah büyüktür, birdir, şeriki yoktur’ diye ilanat yapıyor. Bediüzzaman Hazretleri, bu konuda şöyle buyuruyor:

“‘Şeytanın en büyük bir desisesi; hakâik-i îmaniyenin azameti cihetinde dar kalbli ve kısa akıllı ve kısa fikirli insanları aldatır, der ki: ‘Bir tek zat, umûm zerrât ve seyyârât ve nücûmu ve sâir mevcudâtı bütün ahvâliyle tedbir-i rubûbiyetinde çeviriyor, idare ediyor deniliyor. 

Böyle hadsiz acîb büyük mes’eleye nasıl inanılabilir? Nasıl kalbe yerleşir? Nasıl fikir kabul edebilir?’ der. Acz-i insanî noktasında bir hiss-i inkârî uyandırıyor.’

“Elcevap: Şeytanın bu desisesini susturan sır: ‘Allahu Ekber’dir. Ve cevab-ı hakikîsi de ‘Allahu Ekber’dir. Evet ‘Allahu Ekber’in ziyade kesretle şeâir-i İslâmiye’de tekrarı, bu desiseyi mahvetmek içindir.

“Bütün dünya toplansa Allah’ın mahiyetini bilemez. Zira Allah, madde ve cisim değildir. Zaman, mekân, sûret, cihet gibi mahlûkatın evsâfı olan kaydlarla mukayyed değildir. 

O zât-ı Akdes, hiçbir şeye benzemez. Nûr’dur; fakat bildiğimiz nûr cinsinden değildir. Bizler, ‘Allahu Ekber’ demekle Vâcibu’l-Vücûd unvanıyla müsemmâ bir zât-ı Zülcelâli mülahaza ediyoruz. ‘O, bizim ve bütün mevcudatın Ma’bûdudur’ diye itikâd ediyoruz.   

İşte müezzin, her gün beş defa bu yüksek hakikatı âleme ilan ediyor.” (Ezan’daki Dâvet, s. 47-49)

Bu kâinatın yaratıcısı, bütün mahlukatın rızkını veren, ölümden sonra ebedî bir hayatı bahşedecek olan, mü’min kullarını, yani bizleri ve bütün sevdiklerimizi cennetine koyacak olan Allahu Azimüşşân’ı her an hatırlamalıyız. 

“Dâim Allah!” demeliyiz. Bunu diyenler içlerinin nûrla, huzurla dolduğunu hissedeceklerdir.

Burhan Bozgeyik