Fısıltı HABERLERİ
HV
29 MART Cuma 09:48
1 Advert

KEKİN BİZE GÖRELİĞİ

 SELMA YÜCEL
SELMA YÜCEL
Giriş Tarihi : 31-10-2022 16:21

KEKİN BİZE GÖRELİĞİ

Kekin pişerken yaydığı o kokuyu çok severim. Hele bir de tarçınlı veya portakallı olursa o kokunun yarattığı büyüye kapılmaktan kendimi alıkoyamam. Fırının içinde pişerken, evin her tarafına yayılan o muhteşem koku insanı büyüleyici bir atmosferin içinde hissettirmiyor mu? O karışımı hazırlarken içine sevgimizi katmama gibi bir durum söz konusu bile olamaz değil mi? 
Kafamızda uçuşan düşünceler, özgürlüğünün tadını çıkarırcasına dans eden kelimeler o karışıma uyum sağlayıp adeta bir ritim oluşturmuyor mu? Kalıba dökülen o hamur nasıl da terapi gibi geliyor insana. Fırına verirken o keki, uçuşan düşünceler yerini çoktan bulmuş, özgürce dans eden kelimeler o ritimlerini bir ahenkle sergiliyor değil mi?  Özgürlüğün bir uyum içinde hayata akışı veya hayatta yerini bulurcasına yaşama sızması gibi…  
Bunu bir metaforla açıklayabilseydim o kesinlikle hayatın bir anlamda kek gibi olmasıyla ilgili olurdu. O halde şöyle açıklayayım;
Yumurtaları şekerle çırptığımızda oluşan o dönüşüm aslında emek verilen her şeyin nasıl değişime uğradığının kanıtı değil midir? Peki keke tadını veren şekerin ölçüsü elimizde değil mi? Varsayalım ki şeker ilave etmeyi unuttuk. O kekte hiç tat olur mu sizce? O kek hamuru bunu tölere eder mi? Aynı şekilde şekeri fazla ilave ettiğimiz zaman da oluşan o tat içimizi baymaz mı? “Evet” dediğinizi duyar gibiyim. 
Yağın ise kek hamurunda bağlayıcı bir etkisi vardır. Tüm malzemeleri birbirine bağlar. Yağı, DNA yapımızda bulunan bağlara benzetebiliriz bu göreviyle. Peki, hayata bizi bağlayan neler var acaba? Olmazsa olmazlarımız neler? Bizi biz yapan temel direğimiz nedir? Tüm yaşam unsurlarımızı bir arada tutan ne? Belki de hiç farkında bile olmadığımız bir şey…  
Bir bakın etrafınıza. Aklınıza kim, ne geldi? O her ne ise yaşamınızın neresinde ise, hak ettiği değerin ölçüsü yeterli mi? 
Keke süt ya da yoğurt koymak ise tercih meselesidir. Bunlar kekinizin kıvamını, piştikten sonra nemlilik oranını belirler. Öyleyse bizim hayattaki tercihlerimiz de buna benzer diyebilir miyiz? Yaşamımızın kalitesini belirlemez mi? Tercihlerimizi yaparken kaç kere işin sonuna baktık ve yolumuzu ona göre çizdik? Sihirli bir durum olmadıkça fazla alternatif kullanmadık belki de? Tek düze giden bir yolda ilerlemiş bile olabiliriz. 
Gelelim una. Un olmadan olur mu hiç? Kekin dokusu kullandığımız unla ilgilidir. Bizim de yaşamımızın dokusunun nelere bağlı olduğuna bakmak gerekir. Baktığımız şeyler bizim için bir pırlanta mıdır yoksa sıradan bir taş mıdır? Peki sen, yaşamının dokusunu oluştururken doğru unu kullandın mı? Ölçülerini dengeleyebildin mi? Denge derken süregelen bir dengeden bahsetmiyorum. Hayatın akışı içinde yaşadığın dengesizliklerini bir dengeye oturtmanı sağlamalısın, ondan söz ediyorum. Beynimizin bile öğrenme mekanizması denge- dengesizlik- denge şeklindedir. Dengeleyebildin mi? Tekrar soruyorum… 
Ya içindeki çocuğa sordun mu hiç ne istiyor diye? Ya da kaç kere kendini ödüllendirdin, ne zaman kendine bir hediye aldın? En son ne zaman içten, içinden gelerek, sahiden güldün? Bu sorular bir bencillik sorusu, cevapları da bencilce cevaplar değildir… İlk önce kendimize sonra hayata olan sorumluluğumuzun bir parçasıdır. İşte o muhteşem kekin portakallı mı, tarçınlı mı, kakaolu mu veya sade oluşu da böyle bir seçimdir. Hayat seçimler silsilesiyle dolu bir yoldur. Her seçimin senin benliğine yarattığı etkiyi düşünerek, kekin nasıl olacağına karar vererek ilerlemelisin. 
Son olarak Terentius şöyle der: “Vah! Quemquamme hominem in animum instituere, aut parare quod sit charius quam ipse est sibi”
“Vah vah! Nasıl olur da insan bir şeyi kendinden çok sevmeye kalkar?”

SELMA YÜCEL

YORUMLAR