RAHMETİNİ UMARAK

“Büyük bir kapının önünde bir karınca, vurmuş kapıyı bekliyor
Kapı açılacak, yoksa niye var
Rahmet örtecek günahı
Geride kalacak gazabın adımları...”

İbrahim Sadri'nin Ellerimizin Büyük Boşluğu adlı şiirinden alıntı ile başlamak istiyorum mevzuya. Mevzu derin...

Kapılar! Varlığının ardında gizli hazineler saklayan kapılar... “Kapı açılacak, yoksa niye var". Kimi bir dokunuşla kimi yıllar süren çabalarla.

Taş duvarlara perçinlenmiş, asma kilitlerle sağlamlaştırılmış kapılar! Belki asırlardır bekliyor tıklatılmayı...

Paslı, gıcırtılı, kurşun gibi kapılar! Terk edilmişliğin hüznü sinmiş üzerine...

“Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan ve arkasında güneş doğmayan kapılar!” (Yahya Kemal Beyatlı, Dönülmez Akşamın Ufkundayız).

Bazı kapılar ise bunlara inat ardına kadar açık. Hoş geldin diye seslendiğini duyduğun güler yüzlü kapılar!
 
Yıllara meydan okurcasına, içindeki mutluluğu dışındaki hanımeline, yasemine, sümbüle yansıtan gök mavi, deniz yeşil, fildişi, erguvanî kapılar!

Eğilerek tevazu ile girilen eski şehir kapıları! Cami kapıları! Medrese kapıları! Göklerin kapıları!

Göğün kapısı olur mu? Elbette! 

Ama ne taştan ne demirden ne de tahtadan. Bazen rahmet kapıları açılır semada bazen de zulmet ve keder... 

Rahmet kapısından gelen nimet ve bolluk karşısında, yapılan uyarılara kulak asmayarak şımarıp azgınlaşan insanları, ansızın gelecek bir azapla şaşkına dönecekler (En'âm 44). Fakat heyhat! Allah’ın ayetlerini yalanladıkları ve kibirlendikleri için artık rahmet kapıları kapanmıştır. Ta ki deve iğne deliğinden geçene kadar!(Â'raf 40).

Bazı kapılar da var ki ardından kilitli. Züleyha'nın kilitleyip, Yusuf as'ı zinaya davet ettiği kapı gibi (Yusuf 23). Fakat bu kilitli kapı, Yusuf as’ın Allah’a sığınarak günahtan yüz çevirmesiyle cennete açılan bir kapı oldu. Müminler selametle cennet kapılarından geçerken, inanmayan inkar edenler yedi kapılı cehennemin kapılarında ateşe yol alırlar (Hicr 44-45).

Göğün kapılarında yağan yağmur bazen rahmet bazen zillettir. Nuh as uzun yıllar boyunca tebliğ etmiş ve nihayet “Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et!” diye dua etmişti. Allah ona destek için göğün kapılarını öyle bir açmıştı ki yeryüzünü dövercesine yağmur yağmıştı (Kamer 10-11).

Tüm Resullerde olduğu gibi son Resul Muhammed as’ın(selam olsun O'na ve tüm iman ailesine) da yaşadığı çevre ve baş edemediği sorunlar çaresiz bıraktı ve bittim noktasına geldi.

Ortadan kaybolmak, gizlenmek, uzlete çekilmek, yoğun kalabalıklardan, çok seslilikten sükutun sesine ve kalbinin ritmine kulak vermek... Size neyi hatırlattı?

HİRA!

Sessizlik ve uzlet!

Ülfet etmekten yüz çevirip, uzlete sığınmak ancak anlatamadığı ya da anlaşılamadığı bir derdi olanların hâl-i pürmelâlidir.

Allah Resulü (selam olsun O'na ve tüm iman ailesine), toplumun gidişinden muzdarip bir haldeyken, elinden ve dilinden geleni yaptıktan sonra insanlardan uzaklaşıp kendini Hira'ya kapatıyordu. 

Küçük bir mağarada çözüldü tüm düğümler...

Kör bir kuyuya atılan Yusuf as gibi Muhammed as’a da çözüm yolları gösterildi. Göğün kapıları açıldı fersah fersah. Rahmet yağmaya başladı damla damla...

Hira mutlu, Allah Resulü umutlu düştü yola ve son buldu uzlet. İlk emirle yankılandı Hira: “Oku, Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı kan pıhtısından yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini O öğretti.” (Alâk 1-5)

Rabbimiz yine ve yeniden kendimizi muhasebe etmemizi, rotamızı belirlememizi, geçmiş günahlarımız için kefaret ödeyip temizlenmemizi, gelecek hedeflerimiz içinse disiplinli bir çaba sarf etmemizi istiyor. 

Hazır mıyız?

Sema KOCA