Fısıltı HABERLERİ
HV
29 NİSAN Pazartesi 13:51

Rafta Unutulanlar

Cevâhir Aydın / Küçük Dünyam
Cevâhir Aydın / Küçük Dünyam
Giriş Tarihi : 20-04-2023 09:34

Rafta Unutulanlar

‘Normalleşme’ adı altında rutine dönerken depremde yaşadıklarımızı, depremi günlük hayatında gün be gün misafir edenleri, depremin sebep olduğu yıkımları en derininden yaşayanları, sahi hayatımızda nereye konumlandıracağız?

Depremin ardından yaşanan sel imtihanı, yağan sağanak yağmurlar an be an etkilerken bölge insanını, gündemden düştü diye yalnız mı bırakacağız?

Haz ve hız çağında çoğu değerin rafa kaldırıldığı, iç muhasebe yapılan dönemlerde ihtiyaç duyduğumuz daha doğrusu hatırladığımız dönemlerde önümüze koyduğumuz bir anı olarak mı kalacak yaşanılan bunca gerçeklik.

İlk şok dönemi sonrasında aklıselim insanlar: “Deprem bir günlük, bir aylık bir hasar bırakmadı uzun dönem bölge insanına destek olmayı ihmal etmeyelim.” derken meğer toplumun bir gerçekliğine atıfta bulunuyormuş değil mi?

Siyasi gündemin hengâmesinden vakit bulamama hali, maalesef bölgede yaşayan esnafın, öğrencinin, çocukların, özel eğitime ihtiyaç duyan bireylerin, bir şefkatli nefese ihtiyaç duyan manevi rehberleri mumla arayan sinelerin başına gelen ikinci deprem oldu maalesef.

Gündemi üç dakika takip etmezsek ashabı kehf gibi uyanıyoruz hayata, bu doğru amenna; fakat gündemin yoğunluğu hayatın meşgalesi, telaşı bizleri “sorumlu fert” gerçeğinden uzaklaştırmamalı.

Sorumluluklarımızı, mesuliyetlerimizi, iyi bir kul, kaliteli bir insan olma misyonumuzu unutturmamalı.

Gerçekten ama gerçekten eskisinden daha fazla dayanışmaya, aklıselim davranmaya ihtiyaç duyulduğu bu dönemde nemelazımcılık oynanamaz.

Herkesin mutlaka katkıda bulunacağı birileri var. Faydamızın dokunacağı bir yerler var. Yeter ki sahip olduklarımızın zekâtını vermekte pasif kalmayalım. İlmin, yeteneğin, eserlerimizin, uzmanlığımızın, emanetçisi olduğumuz dünyalıklarımızın…

Zekâtı sadece verilen maddi şeyler saymadan bir gönüle dokunmaya, yaşadığı imtihan ile çoraklaşan ikliminde ab-ı hayat bekleyene ab-ı hayat olmaya, daralan ve bunalan insanlara bir nefes olmaya gayret etmeliyiz.

Bunu öteki için değil kendimiz için yapmalı, arınmaya bir fırsat olarak bilmeliyiz.

‘Sözlerin büyüğü, büyüklerin sözleridir’ madem. Bir maneviyat büyüğünün özlü ifadesi ile “Davranışların (amelin) en makbulü ve en erdemlisi vaktinde yapılandır.”

Gaziantep'in gönlü güzel insanlarından Mehmet Nuri Bey'in ticari hayatında şahit olduğum bir güzelliği sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bir muhabbetimizde özetle şu minvalde bazı güzellikleri aktarmıştı:

"Allah bizlere lutfettiği bilgi, birikim, tecrübe ve dünyevi imkanlarla 'Kendi sevdiklerine karşı hususi bir mesuliyet' taşımamızı ister. Herkesin dünyasını mamur etmeye çalıştığı bir dünyada hak ve hakikatin mücadelesini veren ilim erbabı, ilim yolcusu talebeler, yetimler ve dullar, aile içi imtihan yaşayan insanlara karşı kayıtsız kalamayız. Onları dünyada el açan, isteyen konumuna düşürmek bizler için ağır mesuliyettir. Emanetçisi olduğumuz her şeyi gerek mesleki destek gerekse maddi destek şeklinde paylaşmak bizim borcumuz.
Bizimle birlikte olan, kıymetli mesaisini bizlerle paylaşan arkadaşlarımız gibi yukarıda bahsettiğimiz kişilere karşı da mesuliyetimiz vardır."

Ulvi bir hakikatin müşahhas örnek olarak karşıma çıkmasına öyle mutlu oldum ki.

Bu düşünceye sahip bireyler haleti ruhiyeleriyle, bazı değerlerin raflarda unutulmadığını çağın ruhsuz benliklerine haykırıyor adeta.

Evet kıymetli dostlar,
Gün olur ne kendimizi kurtarmanın yolu olarak rabbimizden ne isteyeceğimizi bilemez oluruz. Bizi neyin kurtaracağını unutabilir, hangi küçük adımın (!) bizi nereye taşıyacağını kestiremeyebiliriz. Bu yadırganmıyor zaten. Nisyan ile mamur fıtrî bir koda haiz benliğimiz, örneklliğe ihtiyaç duyabilir bazen. Saadet asrında peygamberi atmosferi solumuş sinelerden Hz. Ömer’e atfedilen bir örneklik vardır.

Bir gün Hz. Ömer (r.a.) Resûlullah (s.a.v.)’in kabrini ziyaret eder. Kabri önünde bir bedevinin dua ettiğini görür ve arkasında durup duasını dinlemeye başlar.

Şöyle dua etmektedir bedevi:
“Yâ Rabbi! Bu senin Habibin, ben de kulunum. Şeytan da düşmanın. Eğer beni bağışlarsan habibin sevinir, kulun kazanır, düşmanın üzülür.
Beni bağışlamazsan habibin üzülür, düşmanın sevinir, kulun helak olur.
Yâ Rabbi! Sen habibini üzmekten, düşmanını sevindirmekten, kulunu helak etmekten daha cömertsin.
Yâ Rabbi! Araplar arasında asil insanlar vefat ettiklerinde kabri başında kölesini azat etme geleneği vardır. İşte Alemlerin Efendisi vefat etti. Kabri başında Beni cehennemden âzât et”.

Bunun üzerine Hz. Ömer avazı çıktığı kadar: “Yâ Rabbi! Bu Bedevi’nin Senden istediğini ben de istiyorum” diye bağırır.
Sakalı ıslanıncaya kadar hıçkıra hıçkıra ağlar. Bedevî dayanamaz ve:

Ey Müminlerin Emiri! Sen de mi ağlıyorsun! der ...
...

Kiminin kırık dökük kelimelerle bir duaya, kiminin bir tecrübeye, kiminin bir teselliye kiminin maddi bir desteğe kiminin de bir klavuza ihtiyaç duyduğu şu günlerde asr-ı saadet samimiyeti ve şuuruyla yola koyulma vakti. Ki bu bayram herkese misafir olsun.

Son bir hatırat ile yazımı tamamlamak istiyorum.

Medine’ye hicret edildiğinde Ensâr'ın önde gelenlerinden Sa'd b. Râbî (ra)'yle kardeş kılınan Hz. Abdurrahman bin Avf (ra) vardı tarihimizde.  Sa’d (ra)’ın sahip olduğu her şeyi kendisiyle paylaşmaya hazır olduğunu söylemesi üzerine duygulanan Abdurrahman bin Avf, “Allah malını ve aileni sana mübarek eylesin ve bu davranışını mükâfatlandırsın. Sen bana yalnız çarşının yolunu göster, bana yeter bu” demişti. 

Sa’d bi Râbî’nin bu cevapla mukabele bulan desteğini, hayatlarımıza hakim kılmak duasıyla şimdiden hepinizin bayramını tebrik ederim.

Cevâhir AYDIN – Küçük Dünyam

YORUMLAR