RAHMET AYI RAMAZAN,
HOŞGELDİN...
İlk vahiy, bir ramazan gecesinde, emin sıfatına toplumu tarafından layık görülmüş Hz. Muhammed’e “Oku! Yaradan Rabbinin adıyla oku...”olmuştur.
Okumayan aklını kullanıp hayatı ve yaşananları doğru anlamlandıramayan imanın ne demek olduğunu bilebilir mi? Anlamlandıramadığı bir hayatta güvenip teslim olabilir mi?
Alemlere ve bizim gönlümüze Rahmet olan vahyin güvenilir elçisi şu şekilde dua etmişti: “Ya Rab! İlmimi, anlayışımı, imanımı arttır.”
İlmi olmayan anlamaz, anlamayan da imanın lezzetini alamaz. Nitekim zamanımızın modern insanı olan bizler, bilgi çağında çok hızlı bilgiye ulaşırken, anlayışlarımızı duygularımıza esir ettik. Böylelikle hakkı anlayamadık. Güvenip teslim de olamadık. Kalbimizi ve ayağımızı vahiyde yapamadık.
Allah Resulü’nün duasına kulak veremedik; “Rabbim! Ayağımı, kalbimi dinin üzere sabit kıl. Beni takva sahiplerine önder yap. Canımı müslüman olarak al...” diyemedik.
Ayağımız hak din üzere değilse, takva sahibi olamayız. Takva sahibi değilsek önder olamayız. Canımızın bedenimizden ayrılacağı günde müslüman olarak ayrılamayız.
Peki müslüman olarak ölmezsek ne olur? Koskoca bir hüsran...
Kimin için mi? Elbette Müslümanım diyen bizler için...
Ve-l Asr! Asra yemin içerim ki...
Üzerimizde şahitli olan zamana yemin içerek başlayan Asr suresinin devamında, bütün insanların HÜSRAN içinde olduğudur.
Cenabı-ı Hak bu hüsrandan kurtuluşu da Rahman’a güvenip teslim olmaya, salih amel işlemeye, hakkı ve sabrı tavsiye etmeye bağlamıştır. Bu da imana inanmanın gücündendir.
Bu surenin tefsirinde İmam Şafii: “Kur’an’da başka hiç bir sure nazil olmasaydı, şu kısacık sure bile insanların dünya ve ahiret saadetini temin ederdi.” demiştir.
Seküler dünyanın modern köleleri olup mutlu olamayan bizler, imanımıza güvenmemezin acı faturasını yaşamaktayız. Lakin hâlâ inadımıza devam etmekteyiz.
Geçmişin sıkıntılarından kurtulamamak, geleceğin derdiyle kavrulmak, yaşadığımız anın kıymetini bilememektir. Bu da geleceğe ve insanlara karşı umudumuzu kaybettirir.
Yine bir ramazan ve tefekkür ayı!
Yetişkin olma akabinde aldığımız en önemli kararımız, yaşadıklarımızın sorumluluklarını alarak hayatımıza yön veren, kuralları oluşturan, sınırları çizen dinimizin seçimidir. Din olarak İslam’ı seçmiş olmamız, bizden önceki müminlere de farz kılınan, “başı rahmet, ortası mağfiret sonu da cehennem azabından kurtuluş olarak bilinen” yokluğun-açlığın ne demek olduğunun da anlaşılmasının düşünüldüğü oruç günleridir.
Bizden bu günlerde yeme, içme ve cinsel duyguların bastırılması yani tutulması istenmektedir. Bu bir bakıma “kendini tut” eylemidir.
Seküler dünyada farkındalığımızı kullanarak çift dünyalı yaşamaya karar vermemizdir. Hem bu dünyada hem de ahiretteki bütün güzelliklere talip olurken, cehennem azabından uzak olmayı istememizdir. Böylelikle hayatımızın merkezinde olan üç olguya sınır konulmuştur.
Bizler yemeden, içmeden ve çoğalmadan hayattan zevk alamayacağımızın bilincindeyiz. Hazzın ve mutluluğun kaynağının yeme içme ve cinsellik üzerine olduğunu da biliyoruz. Bundan dolayı neyi yediğimiz, içtiğimiz ve kiminler beraberliğimiz kadar nasıl olacağını inandığımız kitabın öncelikli konularıdır. Zira haramlar bu minval üzeredir. Kırmızı çizgimizi inandığımız Rabbim Allah belirlemiştir.
Bilinen gerçek, her birimizin ölmeye, her varlık yok olmaya, her güzel şey sonlanmaya, her insan da imtihan edilmeye mahkumdur. Hayatta yaşadıklarımız, karşılaştıklarımız, söylemlerimiz, eylemlerimiz hatta yapmamız gerekirken yapmadıklarımız imtihanlarımızdır. Bizim kalitemiz de yaşadıklarımıza gösterdiğimiz tepkilerimiz, takındığımız tavırlarımızladır.
Bilgilerimizle imtihan edilecek olsaydık, dersini iyi çalışıp sorulara doğru cevap verenlerin hem bu dünya da hem de ahirette kazanacağı kesindir. Lakin imtihanımız bilgi üzerine değil, eylem üzerinedir. Bunun da farkında olmalıyız.
İmanımızı yani inandıklarımızı hayatımıza şahit kılmamız ancak, söylediklerimizin eylem halinde ispat edilmesiyledir. İyiliği sonsuz olan Hak Teala, elbette imanına hayatını şahit kılan, güvenip teslim olan bizlere ikramını bol bol yapacak, hoş bir istikbal verecektir.
Bizim gerek dünyalık gerekse ölüm sonrasına ait kaybetme korkularımız vardır. Allah’a tam güvenip teslim olursak, muhakkak Rabbimiz bir yol gösterecek ve kalplerimize bir ferahlık verecektir. Belimizi kıran imtihanlarımızı tekamül yolculuğumuzda sınıf atlamamıza vesile kılacak, zamanla üzerimizdeki yükü hafifletecektir.
Bunun olması için öncelikle doğru hareket ederek sabretmemiz, yardımı da doğru adresten istememiz gerekmektedir. Bu da ancak Rahman’a güvenmekle, teslim olmakladır. Lakin bizler gemiye binip de kaptana güvenmeyen, yükünü bırakmak istemeyen ve bütün yolculuk boyunca yükünü sırtında taşıyan yolcular misaliyiz. Sahip olduklarımızı kaybetme korkusuyla daha büyük hatalar yapmaktayız.
İnandığımız kitabın içinde her güçlüğün yanında fazlasıyla kolaylık olacağı vardır. İlgili ayet şu şekildedir. “Muhakkak ki o güçlüğün yanında bir daha kolaylık daha vardır. “(İnşirah 94/6) Bir güçlük iki kolaylığı asla yenemez. Lakin kolaylığın olması için de çalışıp çabalamalı, boş kalmayıp yorulmalı ve Rabbimize giden yola gururumuzun etkisinde kalmadan sarılmalıyız.
Rahmet ayının içinde rahmeti en güzel anlatan Rabbimin, indirdiği ve yarattığı kitabını iyi okumalıyız. Hayatımızın hiçbir alanı boşluk kabul etmez. Gururuna yenilen şeytan dahi bunu itiraf etmiştir. Lakin gururu onu tövbeye değil daha fazla yaşamaya, kaybettiğini kazanmaya değil kinini tatmin etmeye itmiştir.
Kıyamete kadar hayat dileyen iblis, af yolunu değil, kendi nefsini tatmin etme yolunu tercih etmiştir. Hayallerini, yaptığı hatasını telafi etmek yerine değil, kendini haklı çıkarma eylemi üzerine kurmuştur. Şeytani sistem içinde uyanık olmayanlar da şeytanı haklı çıkarmak için ona tam destek vermektedir.
Emek vermeden, gayret etmeden aldığımız her değeri kaybederiz. Gayretimizin, emeğimizin ve gönlümüzün mutmain olmadığı hiç bir girişimde başarılı olamayız.
Hayattaki bütün zorluklar bizim yetişmemiz ve kişiliğimizin oluşması için bir fırsattır. Fırsatlar da değerlendirmek içindir. Değerlendiremediğimiz her fırsat, gelecekte pişmanlık olarak önümüze düşecektir.
Başımıza gelenler kendi ellerimizle yaptıklarımız yüzündendir. ( İsra 13) Bütün zorlukları aşmada elbette zaman en büyük ilaçtır. Sıkıntılarımızın yoğun yaşanması, imtihanın ağırlığından bellerimizin bükülmesi dua zamanın geldiğinin alametidir. Aslında acizliğimizi anlamamamız içindir.
Önümüz Ramazan. Ramazan ayının bize verdiği emir; emredildiğimiz gibi dosdoğru olmamızdır. Ve içinde bin aydan efdal olan gece içinde duamız; nurumuzun tamamlanması, mağfirete uğramamız üzerine olmalıdır.
Ves-Selam
Aile Danışmanı: Asiye Tanrıöver Türkan
info@asiyeturkan.com
https://ailedanismani.de/