SOĞUK ODALAR
Dünyanın acı gerçekleriyle küçücük parmaklarının boğumları bile kaybolmadan yüzleşmek zorunda kalmış çocuklardan sadece biriydi. Aşk, ihanet, nefret, vatan sevgisi adı her neyse en derinden duyguları o ve onun gibiler yaşıyordu. Akranları yeni aldıkları gıcır gıcır ayakkabıları, henüz plastik kokan toplarıyla sokakta oynarlarken o ve onun gibiler aynı sokakların her karışını arşınlamış, her noktasını zihinlerine kazımışlardı. Çünkü o sokaklar hayatta kalma mücadelesini verdikleri vatanlarıydı. Her sokak başının bir sahibi vardı. Her mahalleninse daha büyük tek bir sahibi. Komşu sokakların çocukları birbirlerini ne kadar korusalar da kendi varlıklarını tehlikeye sokacak herhangi bir tehdide karşı bir o kadar acımasız olabilirlerdi.
Şeyhmus her zamanki mekanına, köhneleşmiş binanın soğuk ve karanlık odalarına diğer odalardaki arkadaşlarıyla beraber, civar evlerdeki sokak sakinlerinden birilerinin o sokağı terk edip daha afilli bir sokağa taşınırken kaldırımın kenarındaki çöp kutusunun yanına bıraktıkları eskimiş bir koltuk takımı, yorgan ve ıvır zıvır birkaç eşyayı, daha önceden alıp getirmişti. O geceki nevaleyi kazanıp mekana döndüğünde kanepesinde yatan yabancıyı gördüğünde beyninde şimşekler çakmış, kendisinin duymadığı fakat köhne binanın tahtalarını titreten sesiyle kükremiş aynı zamanda yabancıyı tuttuğu gibi kanepeden karşı duvara fırlatmıştı. Henüz uykuya geçen yabancı ne olduğunu şaşırmış, uykuyla uyanıklığın arasında sersemlemiş bir şekilde Şeyhmus’ a bakakalmıştı. Şeyhmus’ un yanından ayrılmayan, kendi gibi sokaklarda yaşayan Karabaş’ ta sahibinin gürleyen sesini duyduğu gibi onu koruma iç güdüsüyle havlamaya başlamıştı. Şeyhmus yabancıya bakıyor, sokaklarda yaşamanın verdiği sıskalıktan mı yoksa gerçekten küçük olduğu için mi bu kadar küçük göründüğüne karar vermeye çalışıyor ama sanki kendisi doğduğu gibi sokağa bırakılmamış, hayatında hiç sıcak bir yuvada yaşamanın nasıl olduğunu merak etmemiş gibi gözlerine inanamıyor, bu parmak kadar çocuğun burada işi ne, diye düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Sakinleşti. Küçük çocuğa doğru yürümeye başladı ama Karabaş havlamaya devam ediyordu. Önce onu susturdu sonra tekrar çocuğa yöneldi. Çocuk, Şeyhmus’un sesinin gürültüsünden ve Karabaş’ın ona doğru durmadan havlamasından iyice ürkmüş tir tir titriyordu. Yavaşladı. Hiçbir şey sormadı, çünkü o saatte köhneleşmiş bir evin soğuk odasında kaldırım taşından ya da köprü altındaki nemli topraktan sıcak olduğu kesin olan bir yatak bulup uyuyakalmış küçücük bedene ne söylenebilir,ne sorulabilirdi? Onu kucağına aldı, sıcak yorganın altına yatırdı. Artık yabancı onun kardeşiydi. Yabancının hayattaki en büyük şansı ise, küçücük yaşta sokakta kalmış çocuğun şans olarak görebileceği şeydi; Şeyhmus’ a rastlamak. Birçoğu Şeyhmus gibi birine rastlamamış, küçücük yaşta hiç anlamayacakları ölümle karşılaşmışlardı. Bazen de adaletin olmadığı hayatta kendi adaletlerini sağlamaya çalışırken can vermişlerdi. Biliyorlardı ki; elinden tutan, yol gösteren olmazsa sonun ya mezar ya hapis olurdu bu hayatta…
Büşra Özden Koç