Kadrolaşmak Mı? Yoksa Adaletle Hükmetmek Mi!
Bu yazı 26-04-2019 tarihinde iktidarda olan Parti'nin tüm üst kademesindeki bürokratlara, bakanlara, bakmayanlara, başkanlara yani kim suyun başında, kimin elinde bal var ve balı yalıyor ise. Kısaca alayına yazılmış bir makale idi.
Aradan uzun zaman geçti...
Köprünün, köprülerin altından çok sular aktıııııı, geçti, gitti.
Gün oldu devran döndü.
31 Mart Belediye seçimlerinde akıllarından dahi geçiremiyecekleri bir başarı elde eden anamuhalefet Parti'si elde ettikleri bu başarıdan sonra dillerinden düşürmedikleri liyakat, ehliyet ve torpilli adam kayırma hususunda nerede ise kınadıkları yerle yeksan ettikleri iktidarı bile solladılar.
Her ne kadar Özel' den;
"CHP’li belediyeler bizlerin ‘çocuklarının, torunlarının uzun yıldır emeğimiz var hemen işe girmeli’ diye bakacağımız yerler değildir. Biz bu belediyeleri çocuğa, toruna, eşe, dosta iş sağlamak ya da ihale verip rant aktarmak için değil,..."
(09 Mayıs 2024 / Sözcü)
türünden direkt açıklamalar yapılsa, kulaklar çekilse, ihtarlar verilse de değirmenin başında olup ta suyu tutanların o meşhur sözü kulaklarımızı çınlatıyor.
Hani derler ya,
...... Aşağı, Kasımpaşa.
Gelin o halde 26-04-2019 tarihinde yazdığım o yazıdan dolayı iktidarı tenkit ettiğim için demediklerini bırakmayan arkadaşlarımızı bir kenara bırakalım bu sefer de anamuhalefetin sempatik yandaş ve yoldaşlarına gönderelim.
Bakalım o gün bu yazım için bana teşekkür gönderenler o gün kınadığınız iktidarın yaptıklarını bugün yere göğe sığdıramadığınız siyasi parti ve kadroları için ne diyeceksiniz?
Hadi bakalım, YAZIN YORUMLARINIZI.
Bir önceki yazımızda KADROLAŞMAK MI? YOKSA ADALETLE HÜKMETMEK Mİ? demiş ve bunu kalemimizin gücü nispetinde ifade etmeye çalışmıştık. Yazının giriş kısmında ki ilk paragraf yazının da ana temasını oluşturuyordu. Makalenin hemen girişinde;
"İktidar gücünü elinde bulundurmaya başlayan dindarlar, iki tehlike ile karşı karşıyadırlar. Biri dünyevileşme diğeri Adaletle hükmetme(me)dir. Adaletle hükmetmenin bir gereği de “işi ehline vermek”tir. Ehil olmayanların bazı kadrolara yerleşmeleri sonucu toplumda güven kaybı doğar, adalet zedelenir."
demiş idik. Bu makaleyi pekiştirmesi açısından olaya nasıl ve hangi pencereden bakmamız gerektiğini ise asr-ı saadette yaşanmış ve günümüze ve gelecek günlerde bu tür olaylara nasıl bakmamıza rehberlik edecek o DERS DOLU vakaya KÂBE'İN ANAHTAR HİKAYESİNE geçelim isterseniz.
Zira bu olay; dini, ırkı ne olursa olsun işin erbabına, hakkı olana verilmesi bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı olumlu sonuçlar doğuracağı için insana değer ve saygı ifadesinin en güzel örneğidir.
KÂBE'NİN ANAHTAR HİKAYESİ
Peygamber Efendimiz Kâbe’nin anahtarlarının getirilmesini ister. Bu görevi bilindiği gibi Hz. Ali’ye verir.
Hz. Ali, Osman Bin Talhâ’yı bulur. Anahtarları ister. Osman Bin Talhâ anahtarları vermeyi kabul etmez. “Kâbe’nin anahtarlarının yıllardır kendi soylarında olduğunu ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanmadığını” söyler. Hz. Ali ısrar eder. Osman Bin Talha vermemekte direnir. Hz. Ali, Osman Bin Talhâ’nın elini sıkar, canını yakarak anahtarları zorla elinden alır.
Hz. Ali, anahtarları alarak, Peygamber Efendimiz’in yanına gelir. Hz. Peygamber’e anahtarları uzatır. Hz. Peygamber anahtarları Hz. Ali’den teslim alır.
Hz. Muhammed, anahtarı tekrar Hz. Ali'ye uzatır ve şöyle söyler: “Ali, bu anahtarları git Osman Bin Talhâ’ya teslim et” der. Hz.Ali şaşırır ve sorar:
” Ey Allah’ın Resulü, az önce emrinizle gittim, anahtarları aldım, getirdim size teslim ettim. Şimdi de emrinizle aynı şahsa anahtarları teslim etmemi emir buyurdunuz. Bunun hikmeti nedir ki?” diye sorar.
Peygamber Efendimiz şöyle söyler:
“Ya Ali, sen anahtarları yolda bana getirirken, Yüce Allah, dostum Cibril ile bana vahiy gönderdi: ” EMANETİ EHLİNE VERİNİZ! ”
Kâbe’nin anahtarları uzun yıllardır Osman Bin Talhâ ve soyundadır. Onlar Kâbe’nin nasıl temizleneceğini, nasıl sahip çıkılacağını çok iyi bilirler. Emanetin ehilleri onlardır. Bu Allah buyruğudur: “Git ve teslim et!”
O ağızlarımıza peselenk olmuş,
LİYAKAT...
SADAKAT...
EHLİYET...
kelimeleri var ya, işte onlar işkembe-i kübradan söylenecek boş sözler değil.
Hepsinin bir nedeni...
Bir gerekçesi...
Bir sebebi....
Bir manası...
var, var, var.
Hem İŞİ EHLİNE VERECEĞİZ!!! diyeceksiniz, sonrasında da nerde yandaş,
Nerde yoldaş,
Nerde sırdaş,
Nerde kardaş,
Nerde karındaş,
Nerde yiyici,
Nerde götürücü,
Nerde......
varsa işi ve/veya işleri onlara vereceksiniz.
İşte burada kalbinizde bir nebze iman var ve iman ettik diyorsanız, hangi şart ve koşullarda olursa olsun İŞİ EHLİNE VERMEKLE MÜKELLEFSİNİZ.
İşte o zaman aslınıza ve imanınızın vecibelerini yâni,
ADALETLE HÜKMETMİŞ
ve
ADİL OLANI YERİNE GETİRMİŞ OLACAKSINIZ.
İnşaallah üzerine İslâm libasını giyenler ve dahi giymeyenler şayet işin yani suyun başında iseniz bu EMR-İ İLAHİYEYE RİAYET ETMEKLE mükellefsiniz. Yani yaptıklarınız ve yapacak olduklarınız tüm işleriniz de,
ADALETLE HÜKMETMEK zorundasınız.
Selam ve dua ile
Bülent Ertekin