Havalı Koltuk 

Son eğilim: Hava basınçlı koltuklar...

İdari kurumlarda görev yapacak olanlar ile bu görevi yürütecek olanların kimler olması gerektiğine karar verecek ve belirleyecek olanların arasında, yani seçen ile seçilen ilişkisinde genellikle aşağıda sıralamış olduğum üç iletişim tipi ortaya çıkar:
Fark edilmeyen insanlar, fark edilen kişilerce fark edilmek ister.
Seçilemeyen kişiler, seçilen kişilerce seçkin bir konum sağlamaya çalışır.
Seçilmişler ise, seçenleri görmezlikten gelir.

Siyaset kurumunu ve alanını, kendilerini şahsi ikbal dünyalarına itecek/götürecek bir füze fırlatma rampası ve taşıyıcı modül gibi gören siyasetçi tipi oldukça alışkın olduğumuz bir tipolojik olgu...

Durumun böylesi bir hal alıyor olmasının yegane sebebi millet iradesini temsil etme yetkisi verdiğimiz kişiler olmasa gerekir. Bunun arka yüzünde seçicilerin de vebali bulunmaktadır.
Esasında daha da derine indiğimizde, meselenin bir sistem ve kültür sorunu olduğu apaçık görülecektir.

Siyasal temsil yetkisini üzerinde taşıyanların yerleşik kültür ikliminden beslendikleri gerçeğine arkamızı dönemeyiz.

Ne yazık ki, bu çarpık siyaset ortamını değiştirmesi gerekenler, beslendikleri bu iptidai ve kendileri için elverişli zemini bozmak istemiyorlar.

Ancak, sormak gerekiyor:
Üzerlerindeki temsil yetkisini istismar aracı haline getirenler, bindikleri dalı kesmekte olduklarının acaba ne ölçüde farkındadırlar?

Bilhassa iktidarın merkezinde ve yakın çeperinde duranların bu tarz siyaset anlayışını derhal terketmeleri gerekiyor.
Yerel seçimlere adım adım yaklaşırken, liyakat sahibi olmayan yöneticilerin ferasetsizliği, nice bedeller ödenerek devletin zirvesine dikmiş olduğumuz "milli irade" sancağını ne yazık ki harici bir müdahaleye bile gerek bıraktırmadan yere düşmesine sebebiyet verecektir.

Güç zehirlenmesi yaşayanların kibirleri, hizmetlerini gölgede bırakmaya başlamıştır.

Koltuk sevdasına düşenlerin yapıştıkları o koltuk emanettir. Emanete ihanet etmek ise münafıklık alâmetidir. Zannedersiniz ki baba ocağından miras kalmış veya yedi düvelle mücadele ederek bilek hakkıyla kazanmışlardır.

Hz. Ömer'in de ifade ettiği gibi:
"Kişiliğini makamdan alanlar, makamdan sonra kişiliksiz kalırlar." 
Gücünü milletten alanlar ise tarih olmazlar; tarih yazarlar.

Bir mühürle seçen halkın, tekrarında damgalayarak göndereceklerini unutanlar var ise, bilsinler ki gaflet içindedirler.

Açılışlarda, partilerde, seçkin cemiyetlerde ve organizasyonlarda sadece burjuva kesimiyle hasbihâl etmeyi marifet sayanlara soruyorum: Siz, Osmanlı tarihini, İslam siyasetini okudunuz mu?

Statü farkı oluşturarak kendilerini elit bir güruh olmaları egosuna soktuğunuz insanlar, menfaatleri gereği bugün size gösterdikleri rağbeti ve sahte alkışları yarın başkaları için de tutacaklarının farkında mısınız?

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın da ifade ettiği gibi:
"Bizim siyasetimizde milletle inatlaşmak, millete rağmen iş görmek, millete rağmen yol yürümek diye bir anlayış kesinlikle yoktur. Milletimizin gösterdiği istikamette sürekli kendimizi sorgulayarak, sürekli kendimizi yenileyerek hizmet etmeye, inşa etmeye, üretmeye devam edeceğiz."

Cumhurbaşkanımızın bu beyanının satır aralarına mercek tuttuğumuzda şunları görüyor olacağız: Kategorik olarak bir bütün olması gereken yapı, dağınık siyasal çizgilerin adeta bir koalisyonu gibi davranamaz.

AK PARTİ'nin bir kitle partisi oluşu, kendi içinde tutarlı bir ideolojik kimlik taşımadığı anlamına gelmez.
Yerel iktidar unsurlarının/kadrolarının bulundukları yerlerde despotik derebeylikler oluşturmasına izin verilmeyecektir.

Randevu için milleti kapılarda bekletenler, telefon dönüşlerine bile  tenezzül etmeyenler, sadece kendi nefislerine yakın olanların ellerini sıkanlar, kendilerini merkezî güç ve otorite olarak görenler, dünyanın kendi eksenlerinde döndüğünü sananlar: "Sap döner, keser döner, gün gelir hesap döner."

Liyakat sahibi olanlara selâm olsun!