İNSAN YAĞI AĞRILARA İYİ GELİR
Devletler farklı yönetim modelleri ile yönetilse de konu en nihayetinde gelip insan unsuruna dayanmaktadır.
Devletin kumanda odasında oturan kişilerin -kadroların- etik nitelikleri sorunlu ise, toplumlar, en ideal yönetim modeline dahi sahip olsa yine de sosyal bir krize sürüklenmekten kurtulamazlar.
İdeal devlet düzeninin ve yöneticilerin nasıl olması gerektiği hakkında ise, daha antik çağ döneminden itibaren başta "Devlet" isimli eserin sahibi Platon olmak üzere birçok filozof bu konuda birtakım fikirler üretmişlerdir.
Batı toplumlarında ağırlıklı olarak ütopik fikirler (İngiliz Thomas More/Ütopya, Fransız Saint Simon/Ütopik Sosyalizm) şeklinde tezahür eden devlet yönetimi hakkındaki görüşlerin yanında, kendi tarihimiz içinden de birçok düşünür tarafından devlet, siyaset ve yönetici zümre ilişkisine dair bazı formülasyonlar ortaya konulmuştur.
Bunların içinde çağlar aşan fikirler olarak, Yusuf Has Hacib'in "Kutadgu Bilig" adlı eseri ile Büyük Selçuklu devletinde başvezirlik yapmış olan Nizamülmülk'ün "Siyasetnamesi"ni saymak yerinde olacaktır.
Devlet yönetiminde önemli mevkilere getirilmiş olanlar arasında bilgelik, ahlak, erdem ve fazilet yönünden tekamül etmiş kişiler olabileceği gibi, bu meziyetlerden yoksun olanlar da çıkabilmektedir.
II. Göktürk Devleti'nde Ayguçi (bir nevi vezir) olan Bilge Tonyukuk gibi hemen her yönden ideal bir yönetici çıktığı gibi, yine kendi tarihimiz içinden Osmanlı Devleti'nde bir süre vezirlik makamını ve mührünü elinde tutmuş olan Hazerpare Ahmet Paşa gibi her yönden seciyesi (karakteri) bozuk yöneticiler de çıkagelmiştir.
Bugünkü makalemizin konusu da, devlet yönetiminde asla bulunmaması gereken işte bu huyu bozuk yöneticilerden biri olan Osmanlı Devleti'nde sadrazamlık yapmış Hazerpare Ahmet Paşa...
21 Eylül 1647 - 7 Ağustos 1648 tarihleri arasındaki on ay on altı günlük sadrazamlık hayatına rüşvet, haraç, irtikap, israf, yalan gibi her türlü rezaleti sığdırmayı başarmış ve devleti zaafa düşürmüş olan Hazerpare Ahmet Paşa, en nihayet yaptığı tüm kötülüklerin hesabını, boğdurularak infaz edilmek suretiyle daha bu dünyada iken vermiştir.
Kapıkulu askerleri ve ulemanın tüm bu rezaletlere bir son vermek üzere harekete geçmesi neticesinde yaşananlar, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi'nde şu şekilde aktarılmaktadır:
"Tekrar Orta Cami'ye gelen âsiler vezîriâzamın katlini kararlaştırdılar, yerine de Sofu Mehmed Paşa'yı tayin ettiler ve mührü alması için padişaha gönderdiler. Sultan İbrâhim yeni sadrazama mührü verdi (17 Receb 1058/7 Ağustos 1648), fakat damadı Ahmed Paşa'nın öldürülmemesini istedi. Yeni vezîriâzam Orta Cami'ye gidip durumu anlatınca âsiler kendisini tekrar huzura gönderdiler; ancak eski sadrazamın teslim edilmesini isteyince padişah tarafından tartaklandı. Bunun üzerine Mehmed Paşa bir adamıyla sadâretten vazgeçtiğini bildirdiyse de daha sonra ikna edildi ve görevinde kaldı. Bu gelişmeler üzerine Sultan İbrâhim'in hal'i kararlaştırıldı. Şehir kapıları kapatıldı ve şehzadelerin korunması için Vâlide Kösem Sultan'a haber gönderildi. Sultan İbrâhim'den ayak divanı talebinde bulunan ağalardan Koca Muslihuddin, saraydan gelen mîrâhura padişahın Ahmed Paşa gibi bir zalimi âleme musallat ettiğini, onun para toplaması ve rüşvet alması, ayrıca dinî kaideleri terketmesiyle bu hale gelindiğini, saray kadınlarının devlet işlerine karıştığını, devlet hazinesinin israfa yetişmediğini, reâyânın perişan olduğunu, Venedikliler'in Bosna'da pek çok kaleyi işgal edip Akdeniz Boğazı'nı kapattıkları halde açılması için hiçbir gayret gösterilmediğini ve İstanbul'un mahsur kaldığını ifade etti. Mîrâhur ise bunların padişaha bildirilmediğini, böyle yapılmasını da Ahmed Paşa'nın emrettiğini söyledi.
Öte yandan son gelişmelerden haberdar olan ve firar eden Ahmed Paşa, telhisçisi ve bir hizmetkârı ile kılık değiştirip bir heybe altın, değerli mücevherler ve Şeyh Hamdullah hattı bir mushafı alarak bazı tanıdıklarının evlerine sığınmak istedi, fakat hiçbiri tarafından kabul edilmedi. Bunlardan Hacı Behram adlı bir kişinin ihbarı üzerine yakalandı ve o gece yarısı şeyhülislâm fetvasıyla boğularak öldürüldü (17-18 Receb 1058/7-8 Ağustos 1648). Cesedi çıplak olarak Atmeydanı'nda (Sultanahmet) bir çınarın altına konuldu ve burada "insan yağı mafsal ağrılarına iyi gelir" inancıyla kılıç darbeleriyle parça parça edildi (Evliya Çelebi, I, 113). Bundan dolayı Ahmed Paşa ölümünden sonra "bin parça" anlamına gelen Hezarpâre lakabıyla anılmıştır.
On buçuk ay kadar sadrazamlık yapan Hezarpâre Ahmed Paşa kaynaklarda akıllı, ikna edici, fakat çabuk öfkelenen, meşveret ve nasihate önem vermeyen, sert mizaçlı, hırslı ve gaddar bir kişi olarak tanıtılır. Sadâret kethüdâsı olan ve sarhoş iken haksız yere bir bostancıyı döven kardeşi İbrâhim Ağa'yı (Paşa) görevden alarak dayakla cezalandırması herkesi şaşırtmıştı. Vezîriâzam Sâlih Paşa'nın basit bir ihmal yüzünden katledilmesi karşısında, aynı âkıbete uğramamak için padişahı tam anlamıyla etkisi altına almaya çalıştığı ve her arzusunu karşılayarak makamını koruma yolunu tercih ettiği rivayet edilir (Naîmâ, IV, 309-310).
Ölümünden sonra 3000 kese akçesine ve 7000 filorisine devletçe el konulan Ahmed Paşa İstanbul'da Baltalimanı'nda bir çeşme yaptırmıştır. Ayrıca Boğaziçi'nin Rumeli yakasında Bebek-Rumelihisarı arasında bir yalısı ile Anadolu yakasında Beykoz Çubuklu arasında bulunan İncirli köyünde bir sarayı vardır (Evliya Çelebi, I, 195, 199). Paşabahçe semti de adını Ahmed Paşa'nın buradaki bahçesinden almıştır." (1)
Günümüzde de devletin kendilerine vermiş olduğu makamları devletin imkanlarını kullanmak suretiyle şahsi çıkarları için kullanmakta olan bürokratlar ile seçilmiş ya da atanmış olan makam ve mevki sahipleri ne yazık ki bulunmaktadır.
Bunların sürmekte oldukları ihtişamları hayatlarının helal yollardan edinilmiş olmasının mümkün olmadığı da çok açıktır.
Oluşturdukları bu olumsuz tablo vesilesiyle toplumda genel bir huzursuzluğa, kaos ve kargaşaya sebep olacak, liyakat sahibi olmayan kişilerin bulundukları makam ve mevkileri ellerinden mutlak surette alınmalıdır.
Bu tedbirlerin alınmış olması dahi devletin bekası ve selameti için gereklidir, vesselam!
KAYNAKÇA
(1) Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi