CUMHURİYETİ TUTTURMAK İÇİN OSMANLIYI KÖTÜLEDİK
Cumhuriyet döneminin darbe ve muhtıralarının bazılarına hükümette olduğu sırada tanıklık etmiş ve bu nedenle iktidarı bırakmak zorunda bırakılmış olan eski başbakanlardan ve de 9. Cumhurbaşkanımız merhum Süleyman Demirel'in sözüdür: "Cumhuriyeti tutturmak için Osmanlıyı kötüledik." (09.10.1999, Türkiye Gazetesi)
Beyanatın verildiği tarih itibariyle Cumhuriyet'in ilanının üzerinden neredeyse üç çeyrek asır geçmiş olmasına rağmen, Cumhuriyet, neden hala bir türlü tutturulamıyordu?
Bu soru, Cumhuriyet'in 100. yılına erişmiş olmamıza rağmen, gündemdeki yerini esasen öyle çok kaybetmiş de değildir.
Şöyle desek belki de durumu bir miktar açıklamış oluruz: Tutturulamadı, çünkü, daha en başında gömleğin ilk düğmesi yanlış yere iliklenmişti. Kurulan yeni rejimin ideolojisi ile milletin tercihleri tam manasıyla buluşmuyordu.
Batı ülkelerinde cumhuriyet fikrinin bir devlet düzeni haline gelebilmesi süreci, çoğu kere monarşilerin iktidarını ve yetkilerini ortadan kaldırmaya dönük halk ihtilalleri ile, yani aşağıdan yukarıya doğru devrimci müdahaleler ile gerçekleşmiştir.
Biz de ise, bu süreç, yukarıdan aşağıya doğru, erki elinde bulunduran asker-sivil-aydın kadronun jakoben (Orta tabaka) yöntemleri ilerletilmeye çalışılarak ancak ittire kaktıra yürütülebilecekti.
Böylece bizde Cumhuriyet, batıdaki orijinal formu ile değil; daha çok bürokratik bir cumhuriyet biçiminde ve çoğu yerde -uygulamada- despotik biçimler alarak tezahür etmiş olmaktaydı.
Cumhuriyet'i ilan eden kadronun, yeni bir devlet ve bu devlete de yeni bir rejim tayin etme yönündeki tasavvurları ile toplumun gelenekleri ve de tasavvurları arasında tarihsel derin bir fay hattı bulunmaktaydı.
Bu fay hattının başlangıçta derin bir sosyal ve siyasal krize dönüşmemiş olmasının arkasındaki asıl gerçek ise, ortaya konulan fiili durumu rızaen kabulleniş biçiminde değil, daha çok Türklerde kadim olarak var olan devletin ataerkil bir olgu ve kavram olarak bilincine yerleştirmiş olmasıdır.
Yeni rejimin sahipleri tarafından yürürlüğe sokulan, özellikle dini hayatın seküler yöntemlerle baskılanması ve hilafetin lağvedilmesine (dağıtılmasına) ilişkin uygulamalar toplumda son derece rahatsızlık ve tedirginlik meydana getiriyordu.
Zaman zaman kısmi itirazlar yapılmış olsa da, özellikle kurulmuş olan "İstiklâl Mahkemeleri" marifetiyle bu itirazlar çok sert biçimde cezalandırılıyordu.
Bu sert önlemler eşliğinde 623 yıllık bir devlet (Devlet-i Aliyye / Osmanlı İmparatorluğu) birikiminin derin ve kapsamlı bir tasfiye süreci başlatılmış ise de, istenen ve arzu edilen netice tam manasıyle elde edilmiş olamıyordu.
Zira, toplumsal yapımız batı türü seküler ( Dinsiz Devlet)bir yaşam modeline elverişli olmadığı gibi; Cumhuriyet, aradan bir asır geçmiş olmasına rağmen bugün dahi toplumun bilincine umulduğu biçimde nüfuz edemiyordu.
Geçmişi ile sosyo-kültürel bağlarının koparılmaya çalışılması, toplumda özellikle geniş bir tabanı bulunan muhafazakar kesimleri sekülerleşme sürecine katamıyordu.
Bu durum, Cumhuriyet fikrinin toplumda yerleşerek kökleşmesi önündeki en sıkıntılı mesele olarak beliriyor ve bu sorunun aşılması için üretilen çözümler de toplumla devlet organları arasında bir çatışma hali meydana getirme potansiyeli bulunduruyordu.
Keza, devleti asli sahiplerine bırakmama yönündeki bürokratik irade, kurduğu vesayet rejimi ile toplumu baskı altında tutmaktan başka bir çözüm de geliştiremiyordu.
Böylece darbeler ve muhtıralar dönemi başlatılıyor; ülkenin seçilmiş hükümetinin başbakanı ve iki bakanı, ezanı yeniden orijinal dili ile okuttukları için hep birlikte idam sehpasına gönderiliyordu.
Bu baskılar yaklaşık yarım asır daha sürdükten sonra, 2002 yılında millet bir kez daha tercihini muhafazakâr bir liderden yana kullanmış ve aradan geçen yirmi yıl boyunca da milli iradenin ezilmesine bu defa izin vermemiştir.
Vesayet rejiminin ana aktörleri olan bürokratik odaklar, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile siyaset alanının dışına çıkarılarak, pasifize edilmişlerdir.
Egemenliği saraydan alarak millete verdik yalanını 80 yıl boyunca sürdüren bürokratik egemenlerin kurduğu vesayet rejimi, yerini millet iradesine dayalı sahici bir cumhuriyete bırakmak zorunda kalacaktı.
Yeni yönetim modelimiz ile bugün artık egemenliğin kullanımı evvelce olduğu gibi millete karşıt bir pozisyondan çıkarılmış; doğrudan milletin iradesine ve emrine verilmiştir.
Bu atılım sayesinde ancak şimdi
"Türkiye Yüzyılı" parolası ile ülkemizin geleceğini doğru bir zemin ve sağlam temeller üzerinde yükseltme imkânına kavuşturmuş bulunmaktayız.
Bürokratik cumhuriyeti bu toplumda tutturma gayeleri akıl dışı bir dayatma olarak tarihimizdeki yerini alırken, milli iradeye dayalı cumhuriyet ideali ise ilelebet yaşayacaktır, vesselam!