Milli Değil, Yerli Değil
Eğitim doğumdan itibaren ailede başlar dediğimiz gibi, milli eğitim de örgün eğitim kurumları vasıtasıyla devletin belirlediği müfredat ve yönergeler doğrultusunda belirli bir dönemi kapsayacak biçimde başlatılarak, yürütülmüş olur.
"Milli" eğitim dediğimizde, buradaki milli kelimesi kendisinden sonra gelen eğitim kelimesini niteleyen bir sıfat halindedir.
Keza, bu niteleme ile eğitimin milli esaslar üzerine tesis edileceği belirtilmiş olmaktadır.
Oysa ki, mevcut eğitim sistemimize baktığımızda böyle bir nitelemeye uygun düşmeyen bir takım uygulamalar ile karşılaşmaktayız.
Dolayısıyla da, kamusal ismi sadece millilikte kalan bir kurumun içeriğinin ne kadar yerli ve milli olduğunu düşünmemiz gerekiyor.
Okul müfredatlarını kimler hazırlıyor, ne kadar milliler bunu tam olarak bilemiyoruz?
Özümüz olan Osmanlı Türkçesinden ve İslami değerlerden uzak bir eğitim ve öğretim programı, gelecek nesilleri bir kimlik kargaşasının içine iterek, nihayetinde çürüyen bir toplumun oluşmasına yol açmış olacaktır.
Okurlarım hatırlayacaktır: Evvelce yine eğitim üzerine kaleme almış olduğum bir makalemde altını çizerek belirtiğim konu, esas olarak eğiticilerin eğitilmesi gerektiği üzerineydi.
Buradan kasıt, eğitim ile ilgili kurum ve kişilerin milli bir kimlik ile yoğrulmuş pedagojik bir yaklaşım içinde olmalarının gerekliliğini ifade etmekti.
Kendi dilinden uzaklaştırılan ve bu öz diline yabancılaştırılan bir nesle, sömürgeci kapitalistlerin dilini ana ders olarak vermek akıl tutulmasıdır.
Bunun evrensellikle bir ilgisi yoktur.
Bu anlayış, bize ait koskoca bir kültür birikimini mahvederek, gelecek nesilleri köksüz ve güçsüz bırakmaya götürür.
Eklektik ve çarpık bir eğitim müfredatı yerine, kendi kültür kaynaklarından beslenen bir eğitim sistemine ihtiyacımız vardır.
Evrensellik adına yerel özellikleri kaybettirilmiş bir nesil, taklit bir kimlikten öteye geçemeyecektir.
Ülkemiz bunun acısını yıllardır çekmektedir.
Sömürge tipi bir "aydın(!)" tabakanın oluşturulmasının ülkemizin dil, tarih ve kültür iklimini nasıl bozduğu orta yerde durmaktadır.
Z kuşağı diyerek etiketlenen bir nesile yüklenmek hakkaniyetli bir durum değildir.
"Buğday ektin de, darı mı bitti." Atasözü aklıma geliyor.
Gençliğe nasıl bir yatırım yaptık ki, verim bekliyoruz?
Tarihini, sanatını, edebiyatını, dilini bilmeyen veya eksik bilen mutasyona uğramış bir nesil yetiştirdik; ne yazık ki, yetiştirmeye de devam ediyoruz.
LGBT, teknoloji, sanat, spor, yanlış eğitim ve bilgi kirliliği... Bunların her biri ayrı birer başlıktır.
Yüzyıllar boyunca destanlaşan bir tarih yazmış bu milleti tankla tüfekle yenemeyeceklerini bilenler, gözlerini gelecek nesillere dikmişlerdir.
Hiç vazgeçmediler; kendi çocuklarını hafta sonları kiliseye, sinagoka götürürken, bizim evlatlarımıza kendi din kültürü yobazlık olarak gösterildi. Topluma da ellerinde tuttukları muazzam medya gücü ve diğer tüm iletişim vasıtaları ile tarihi bir kara leke olarak servis edildi ve "31 Mart Vakası" buna örnektir.
Ülkemizde milli başlığı altında toplanan her bir kurumun şahısları, pozisyonları, değerleri millilikten uzak kişiler topluluğundan oluşmasının önüne geçilmelidir.
Gençlik, sanatta ve sporda milli adı altındaki bir takım dejenere isimleri kendilerine örnek ve idol olarak görüyor.
Böyle bir gerçeklik karşısında milli olmayanları milletin gözüne sokmak ve gönüllerinde taht kurdurmaya vesile olmak ne kadar doğrudur?
Türk milletinin en hassas olduğu ve duygularını coşkulu yaşadığı alandır bayrak tutkusu.
Ahlâki değerlerden uzak insanların oluşturduğu topluluğun olduğu yerde Türk bayrağı adı altında alkış tutmaya sebep olacak eylemleri alkışlattırmak Siyonizmin taktiğidir.
Kendi ideolojilerini, değerlerini seçilmiş bu gibi kişiler üzerinden subliminal mesajlarla iletmeleri çok akıllıca değil mi?
Bir başarı kazanıldı diye LGBT mesajı verenlerin fotoğrafları ne kadar da olağan kabul edildi ve neredeyse saygı duyulacak bir hâl aldı.
Sıraladığım eğitim ve öğretim ile ilgili tüm bu sorunları bir an önce aşmak ve bu alanı hakikaten millileştirmek mecburiyetindeyiz.
Yapılması gereken, ilgili resmi ve sivil kurumların da katılımıyla geniş kapsamlı bir eğitim şurası düzenlenerek temel sorunlar masaya getirilmeli; yerli ve milli çözümlerin oluşturulması sağlanmalıdır.
Bugüne değin kaybettiklerimizi geriye getiremesek de, hiç değilse bundan sonraki nesilleri küresel güçlerin ideolojik saldırılarına karşı, onları yerel ve milli bir bilinç ile donatmış olarak hazırlamış olalım, vesselam!