ATATÜRK'E ZORAKİ CENAZE NAMAZI
Geçen haftaki yazımda Atatürk'ün kızkardeşi Makbule Atadan'ın 1947 yılında CHP Genel Merkezi'ne maddi yardım taleplerini iletmiş olduğu iki adet mektubundan söz etmiş; dönemin CHP yöneticilerinin de bu yardım talepli mektuplara olumsuz yanıt verdiklerinden bahsetmiştim...
Bu haftaki yazı konumun öznesi yine Makbule Atadan olacak...
Sizlere, Makbule Atadan ile CHP arasındaki ilişkilerin 1947 yılından dokuz yıl önce başka bir sebepten ötürü de gerginleştiği bir vakadan söz etmek istiyorum: Atatürk'ün cenaze namazı...
Resmi tarih yazıcıları tarafından kayıtlara geçirilen bilgiler ile 19 Kasım 1938'de Dolmabahçe'de yaşanılanlar arasında üstü örtülmek istenen bazı hadiselerin vuku bulduğunu, tarihçi Murat Bardakçı'nın 2018 yılında yazmış olduğu makalesindeki aktarımlarından öğrenmiş bulunuyoruz.
Murat Bardakçı, Dolmabahçe'de o gün neler yaşandığına dair aktarımlarının kaynağını ise, bizzat cenaze namazı sürecinin içinde yer almış olan şahitlere dayandırmaktadır.
Atatürk'ün cenaze namazı ile ilgili yaşananlara şahitlik etmiş olanlardan birinin Murat Bardakçı'ya yapmış olduğu aktarımlarını ben de buradan sizlere tek bir kelimesine dahi dokunmadan olduğu gibi aktarmadan önce, o güne dair Dolmabahçe'deki durum hakkında bir ön açıklama yapmayı gerekli buluyorum.
Bu aktarımlardan sizlerin de göreceği gibi, Makbule Hanım ile dönemin başta kendisini apar topar Cumhurbaşkanlığı makamına seçtiren İsmet İnönü, Başvekil Celal Bayar ve diğer yetkililer arasında cenaze namazının kılınması hususunda kıyasıya bir mücadele olmuştur.
Devlet ricali arasında cenaze namazı konusunda hakim görüşün dışındaki belki de tek istisna isim, cenaze töreninin güvenliğinden sorumlu olan Orgeneral Fahrettin Altay'dır.
Durumun geldiği yeri göstermesi bakımından önemli bulduğum Org. Fahrettin Altay'ın şu açıklamasına yer vermeyi gerekli görmekteyim.
18 Kasım 1938 günü Ankara ile yapmış olduğu görüşmelere dair yaşananları, Org. Fahrettin Altay, kaleme aldığı bir kitabında şu şekilde anlatmaktadır:
"Programa göre cenaze namazı İstanbul'dan alınacak, Ankara'ya gönderilecekti. Ankara'ya sordum: 'Cenaze namazı İstanbul'da mı yoksa Ankara'da mı kılınacak?' Akşama kadar bir cevap alamadığım için akşam tekrar sordum. 'Yarın sabah Başbakan Celal Bey, oraya gelecek. Görüşürsünüz' cevabını aldığım vakit hayret ettim. Acaba bunda görüşülecek ne vardı?"(1)
Şimdi de 19 Kasım 1938'de Dolmabahçe'de nelerin olup bittiğine bizzat şahitlik etmiş olan şahitlerin açıklamalarına bakalım:
“Dolmabahçe Sarayı’nda katafalka konan cenazenin Ankara’ya nakil günü yaklaşırken, Ankara’dan ‘dinî merasim kat’iyyen yapılmayacak’ şeklinde bir talimat geldiğini işittik. Talimatı hiçbirimiz görmedik, resmen de tebliğ edilmedi ama emir Dolmabahçe’de hemen herkesin dilindeydi.
Cenaze, 19 Kasım sabahı erken saatlerde Ankara’ya nakledilmek üzere saraydan alınacaktı. Hazırlıklar devam ederken rahmetlinin hemşiresi Makbule Hanım katafalkın bulunduğu yere geldi, “Cenaze namazı kılınmadan Mustafa’mı hiçbir yere göndermem!” diye avaz avaz bağırdı ve gidip tabutun yanıbaşına oturdu.
Ortalık birbirine girdi. Bazı işgüzarlar ‘Ankara’dan emir geldi hanımefendi, yapmayın, etmeyin’ diye Makbule Hanım’ı sakinleştirmeye çalışacak oldular ama hanımefendi daha da hiddetlendi, ‘Namazı kılınmadan burayı terketmem! Beni kolumdan tutup dışarıya atmadan ağabeyimi götüremezsiniz’ dedi. Maiyet erkânı daha da telâşlandı ve ne yapacaklarını sormak için Ankara’ya telefon açtılar.
Aradan yarım saat geçtikten sonra Ankara’dan yeni talimat geldi. ‘Gözlerden uzak bir şekilde, mümkün olduğu kadar az bir cemaatle, dışarıya da hiçbir şekilde aksettirilmeden kılınsın; kat’iyyen fotoğraf çektirilmesin ve namazın kılındığı protokol kayıtlarına da aksettirilmesin’ deniyordu. Makbule Hanım’ın namazın camilerden birinde kılınması yolunda ısrar edebileceği düşünülerek zamanın Diyanet İşleri Reisi Rıfat Efendi’den (Börekçi) sarayda kılınabileceği konusunda fetva da alınmıştı.
Yanlış saymadı isem, cemaat ben dahil olmak üzere 11 kişiden ibaretti. İmamete, Şerefeddin Efendi geçti (dört sene sonra, 1942’de Diyanet İşleri Reisi olacak olan din âlimi Şerefeddin Yaltkaya) ama o senelerde Arapça ezan ile tekbir yasaktı ve ne yapacağımız hususunda kararsızdık… Arapça tekbir getirdiğimiz takdirde devletin, Türkçe okuduğumuz takdirde de Makbule Hanım’ın hışmına uğramamız ve hanımefendinin ‘Yeniden, doğru dürüst kılın’ demesi ihtimali vardı.
Tabutun önünde saf tuttuk, Şerefeddin Efendi imamete geçti, tekbiri ‘Tanrı uludur’ diye Türkçe getirdi, namaza başladık ve Efendi diğer üç tekbiri de Türkçe getirdi. Sıra ‘Esselâmü aleyküm ve rahmetulah’ diye selâma gelmişti, Şerefeddin Efendi her iki selâmı da ‘Esenlik üzerinize olsun’ diye yine Türkçe verdi.
Şerefeddin Efendi selâmları vermek için başını her iki yana çevirdiği sırada çehresinde acı bir tebessümün mevcudiyetini hisseder gibi oldum ama bilmiyorum, belki de yanılmışımdır…
Makbule Hanım, namazın kılınmasını salonun bir köşesinde ağlayarak ve dualar ederek takip etti ve çok şükür korktuğumuza uğramadık… Tekbirin ve selâmların Türkçe olmasına bir şey demedi; belki de ağabeyini kaybetmiş olmanın verdiği elemden farketmemişti.
Namaz bittikten sonra kapılar açıldı, askerler geldiler ve tabut saraydan çıkartıp avludaki top arabasına konuldu."(2)
Sonuç olarak o gün orada yaşananlar, dönemin devlet ricalinin dine bakışı hakkında bize önemli veriler sunmaktadır.
Atatürk'ün kılınan cenaze namazı ile devlet protokolünün bir ilgisi olmadığı ve "laik devlet ilkelerden ödün verilmediği" algısının topluma iletilmesi saikiyle Anadolu Ajansı, 19 Kasım 1938 günlü bülteninde cenaze namazının "Atatürk'ün ailesinin talebi ile kılındığını"(3) belirtmeye ihtiyaç duyuyordu.
_________
KAYNAKÇA
(1) Fahrettin Altay, On Yıl Savaş ve Sonrası, İnsel Yayınevi, İstanbul, 9 Nisan, 1976, s.7
(2) Murat Bardakçı, Habertürk, 11 Kasım 2018
(3) Ayın Tarihi Dergisi, Sayı 60 Mükerrer, 1-30 Kasım 1938, s.44