VAAD EDİLMİŞ TOPRAKLAR / KUDÜS...
1947'de Birleşmiş Milletler tarafından, İngiliz mandasındaki Filistin topraklarının yaklaşık yarısı ile güneydeki Necef Çölü'nün Akabe Körfezi kıyılarına kadar uzanan büyük bir kısmının kurulacak Yahudi devletine verilmesi planlanmıştı.
İngilizler'in çekilmesi ve İsrail Devleti'nin ilânı üzerine (14 Mayıs 1948) başlayan savaş sonunda Batı Şeria toprakları, Kudüs şehrinin doğu yarısı ile Nablus, Halîl ve Gazze Şeridi dışında Filistin'in hemen hemen tamamı İsrail'in eline geçti.
İsrail Devleti'nin sınırları içinde kalan topraklardaki nüfus, XIX. yüzyılın sonlarından bugüne kadar bir yandan giderek hızlanan bir tempo ile artarken bir yandan da din ve etnik köken bakımından büyük değişiklikler geçirmiştir.
Bu durumun esas etkeni dünyaya dağılmış olan Yahudilerin, Yahudiliğin doğum yeri saydıkları Arz-ı Mev'ûd'a dönerek bu topraklara sahip çıkmak istemeleridir.
Filistin'de Yahudi kolonizasyonunun oluşumu ve İsrail'in kuruluşuna yönelik ilk adımlar, XIX. yüzyılın ikinci yarısında ve XX. yüzyılın başlarında bu bölgenin Osmanlı hâkimiyeti altında bulunduğu dönemde atıldı.
Kurucu kolonistler, siyonist teşkilâtlar aracılığıyla başta banker Rothschild olmak üzere dünyadaki yahudilerden topladıkları paralarla bilhassa kıyı bölgesindeki verimli, fakat o dönemde pek oturulmayan kesimlerde binlerce dönümlük arazi satın aldılar.
Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa, Müslümanlar için teolojik bir öneme sahiptir.
Müslümanlar için Kudüs, üçüncü en kutsal şehirdir. İslamiyette Kudüs, M.S. 610 yılında ilk Kıble olmuştur ve Kur'ana göre Hz. Muhammed (S.A.V.), on yıl sonra Miraç'a bu şehirden çıkmıştır.
Kuran-ı Kerim'deki İsra suresinin ilk ayetinde Mescid-i Aksa'nın adına yer verilmiştir. Mescid-i Aksa'nın Hristiyanlar için önemi ise bu dinin Kudüs'ten yayılmaya başlaması ile ilgilidir. Dolayısıyla Mescid-i Aksa'nın diğer dinler için önemi de yüksektir.
YAHUDİLER İÇİN MESCİD-İ AKSA'NIN ÖNEMİ
Haremüşşerif'in batı duvarında Yahudilerin kutsal mekanı olan ağlama duvarı vardır. Ancak Yahudiler, Mescid-i Aksa'nın altında kendileri için kutsal sayılan Süleyman Mabedi ile Musa'nın sandığının bulunduğuna inanır. Onlara göre sandığın içinde eski ahit vardır.
Kur'ân'ın deyişiyle de, çevresini bizzat yüce
yaratıcının mübarek kıldığı Mescid...
Ve oğlunun dünyadan ayrılışına ondört gün durmadan ağlayan anne Hz. Meryem'in kabri...
Kudüs, Yahudiler için en kutsal şehirdir; çünkü kutsal kitaplarına göre İsrail Kralı Davud, milattan önce Kudüs'ü Birleşik İsrail Krallığı'nın başkenti olarak inşa etti ve oğlu Kral Süleyman, İlk tapınağı şehrin içinde kurdu.
Bu ön girişten varılacak yer ise şudur: Ortak nokta, kutsallık bilincidir. Her din ve inançta, kutsal mekânlar, zamanlar ve nesneler kutsal kabul edilmiştir.
Bu evrensel ön kabule rağmen İsrail, kurulduğu günden itibaren Müslümanlara ve Müslümanların kutsal mekanlarına olan saldırılarından hiçbir zaman vazgeçmemiştir.
Bunun son örneği ise, geçen hafta içinde, işgal altında tuttuğu Batı Şeria'daki Cenin Mülteci Kampı'na yönelik ağır silahlarla yapmış oldukları kanlı saldırılarda dokuz Filistinliyi daha katletmiş olmalarıdır.
İsrail, Yahudi sivillerin de silah taşıyabilmesine imkan verecek bir çalışma başlatarak, Müslümanlara dönük kronik saldırgan siyasetini son derece tehlikeli sonuçlar üretebilecek çok başka bir boyuta taşımanın hazırlıklarını yapmaktadır.
Yapısı itibari ile zaten bir terör devleti olan İsrail, söz konusu bu girişimi ile sivilleri de adeta birer terörist haline getirmiş olacaktır.
İsrail'i bu dehşet verici girişiminden vazgeçirecek uluslararası bir yaptırım gücüne ihtiyaç vardır.
Ancak, ne yazık ki, başta İslam ülkeleri olmak üzere tüm dünyada, İsrail'in Filistin halkına yönelik bu ve benzeri kıyamet senaryolarını durdurabilecek ortak bir irade oluşturulamıyor.
Yazımın başında ifade etmiş olduğum üzere üç dinin de kutsal saydığı bu coğrafyadaki kutsal değerler, uluslararası bir koruma kalkanı ile güvence altına alınmalıdır.
Sonuç itibariyle, siyonizmi durduramaz isek, bu coğrafyada akan Müslüman kanı da durmaz!
Filistin davası hepimizin ortak davasıdır, vesselam!