BOZKURTİŞARETİ VE EĞİTİM
Milli Takım futbolcusu Merih Demiral, Avusturya’ya karşı iki gol attıktan sonra sevincini -sevdiği anlaşılan- iki elini yukarı kaldırıp bozkurt işareti yaparak gösterince yer yerinden oynadı. Ülkemizde ve dünyadasosyal medya çalkalanmaya başladı. Bu işareti ırkçı bulan UEFA soruşturma başlattı.Futbolcuya iki maç ceza verdi.
Bu işaretten kimi hoşlandı kimi hoşlanmadı. Atatürk’ün siyah beyaz resmine bile montajla bozkurt işareti yaptırıp paylaşanlar oldu. Sevdiği şeyin gündem olmasını görenler sevindiler, coştular.
(Futbola hiç ilgi duymadım. Boşuna masraf gibi gelir bana. Ülke insanının enerjisi, parası futbol yerine ekonomik kalkınmaya, bilimsel gelişmeye, üretime harcansa daha güzel olmaz mı?)
…
Cumhuriyet’in ilk kurulduğu yıllarda Türkiye’nin sembolü olacak şeyler arasında kurt da önerilmiş. Afet İnan’ın kitabından anlıyoruz ki Atatürk kabul etmeyip;“Masalları bırakınız. Her şeyin kaynağı insan zekâsıdır. Siz bana zekânın simgesini, zekânın armasını arayınız. Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. Bir insan başının ifade edemeyeceği hiçbir şey tasavvur edemiyorum”dediği çokça yazıldı, paylaşıldı.
Her işin başı eğitimdir. Eğitim bir ülkeyi ya ileri, ya geri götürür. İleri gitmeyi amaçlayanAtatürk’ün emriyle Köy Enstitüleri kuruldu. Atatürk'ün el yazısıyla "millet" tanımı: "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir. "şeklindedir. Bu esas alınarak;din, ırk, mezhep ayrımı gözetilmeden köylerden toplanan kız erkek çocuklar birlikte çalışarak kendi dersliklerini, işliklerini, kümes ve ahırlarını yaptılar. Birlikte eğitim aldılar. Ürettikleriyle kendi kendine yeten, artanını da satarak diğer gereksinimlerini karşılayan bir sistemdi. Devlete yükleri çok azdı.
Sürer, eker, biçeriz, güvenip ötesine
Milletin her kazancı, milletin kesesine,
Toplandık has çiftçinin Atatürk’ün sesine,
Toprakla savaş için ziraat cephesine.
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz,
Biz yurdun öz sahibi, efendisi köylüyüz…Köy Enstitüleri Marşı’nı söylediler,bol kitap okudular, el becerilerini geliştirdiler; en az bir müzik aleti çalarak yetişip Anadolu’ya yayıldılar. Onların yetiştirdikleri kuşaklar akla, bilime önem veren çağdaş insanlar oldular.
Bu okullarda,milleti muasır medeniyetin üzerine çıkarmayı amaçlayan öğretmenler, sağlıkçılar, zanaatkârlar yetiştirildi. Onların çalışmalarıyla okuryazarlık oranı yükseldi, hastalıklar azaldı, fabrikalar kuruldu. İçlerinden çok yazar, sanatçı ve şair çıktı. (Yüz yıl sonunda yüzde elli başarılı oldukları anlaşılıyor.)
Bu öğretmenlerle Anadolu aydınlanacak kısa sürede gelişmiş, güçlü bir ülke olacak derken çok partili sisteme geçildi. İktidar olan Demokrat Parti bu okulları kapattı.Yerine öğretmen okulları açıldı.
Alnımızda bilgilerden bir çelenk,
Nura doğru can atan Türk genciyiz.
Yeryüzünde yoktur, olmaz Türk'e denk;
Korku bilmez soyumuz.
Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun;
Yurdum seni yüceltmeye andlar olsun... Onlarda bu marşı okuyarak okudular.
İlkokulu Öğretmen Okulu, ortaokul ve liseyi Eğitim Enstitüsü mezunu öğretmenlerden eğitim alarak okudum. Türkiye bozkurtla tanıştı bu okullardan mezun olan bazı öğretmenlerle.
Ortaokul ikinci sınıftayken bir kâğıda siyah beyaz yapılan, bir şeye benzemeyen resme gözlerimi kırpmadan bakıp duvara baktığımda güzel bir kadın resmi görüp şaşırdığım yıllardı.Bozkurt işareti gündem olunca aklıma çocukluğumda yaşadığım bir olay geldi;
Bir çocuk çakısıyla sırayı kazıyarak uluyan bir kurt yapmıştı. Ne anlama geldiğini bilmediğim bir şeydi. Kurt resmi de nereden çıkmıştı?Öğrencilerin ellerinde siyah beyaz uluyan kurt resimleri dolaşmaya başlamıştı.Bozkurtla ilk karşılaşmam öyle olmuştu.
Yokluk yılları ve sıra yokluğundan üçerli dörderli oturarak eğitim alıyorduk. Olayı duyan okul idaresi çocuğu disiplin kuruluna vermişti. O çocuğu toplanma alanında karşıya çıkaran okul müdürü:
“Bu arkadaşınız sıra üzerine çeşitli resimler kazıyarak devlet malına zarar vermiş, o nedenle cezaya çarptırılmıştır.” dedi. Yakınımda olan Sosyal Bilgiler öğretmeni okul müdürüne:
“O çocuğa ceza veremezsiniz. Ne olmuş bozkurt çizmişse?”
“Ben değil disiplin kurulu verdi cezayı hocam.”
“Kes sesini! O cezayı tanımıyorum.”
“Neyse uzatmayın. Öğrencilerin önünde tartışmayalım. Sonra görüşelim.”
“Görüşecek bir şey yok. Kaldırılsın o ceza!” Aklımda kaldığı kadarıyla aralarında böyle hoş olmayan konuşma geçmişti. Çocuk aklımla olayı değerlendirmiş o öğretmeni çok sert ve haksız bulmuştum. Bir öğretmen tüm ilçenin çocuklarını etkilemişti. Bana insanları ayrıştırıcı bir çaba gibi geldi. O tür insanlardan uzak durmam gerektiği bilinçaltıma yerleşmişti. Yaşamım botunca uzak durdum.
Benim görüşüme göre eğitim; laik, akılcı, bilimsel, ötekileştirişi değil, birleştirici olmalıdır. Bunun dışında verilecek eğitim; geri, çatışan, yoksul, acılar içinde bir toplum yaratacaktır. Dünyada örnekleri yaşanmaktadır.
Hükümet edenler yeni kuşakları kendi görüşleri doğrultusunda yetiştirmek isterler. ANAP, Doru Yol ve DSP koalisyon hükümetleri dönemlerinde eğitime Dershaneler ve özel okulları ile FETÖ yapılanması el attı. Sonraki hükümetlerden destek görerek iyice güçlendiler. Sınav sorularını kendi adamlarına vererek üniversitelerde, askeriyede, yargıda, iyice güçlendiler. Sonucunu hepimiz gördük yaşadık. Bundan ders alınmalıdır.
Anayasanın 10. maddesi ne kadar güzel kucaklayıcı bir maddedir değil mi? “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” Madem öyle anayasaya uymalı ayrıştırıcı davranışlardan uzak durulmalıdır.
ahmet.kocak16@hotmail.com