BUNLARI YAPMAYANIMIZ YOKTUR
İlk yazdığım anılarımı okuyup beğendiniz. Teşekkür ederim. Atalar, Marifet iltifata tabiidir, demişler. Şimdi de sizleri 1970- 1979 arası Yozgat-Sarıkaya’ya götürmek istiyorum. Hadi elimden tutun, zaman tünelinden geçip, o yılların tam ortasına gidelim hep birlikte.
Yozgatlı Ali’nin Baran Caddesi’ndeki lokantasında enfes mercimek çorbası içmeyenimiz yoktur.
Üçlerin Hacının mağazasından; dikiş makinesi, pikap, radyo, teyp almayanımız yoktur.
Aynı hizadaki Zaman Mağazası’ndan takım elbise, gömlek, kumaş almayanımız yoktur.
Kirli Kemal’in aynı caddedeki nalbur dükkânından kazma, kürek, balta, keser, çivi… almayanımız;
Uyuz Hamamı’nın üstünde yer alan briket imalathanesinden briket almayanımız yoktur.
Saatçi Osman’ın ilk sanayinin batı cephesindeki plak dükkanının hoparlöründen; Ali Ercan’dan “Soğan Ekmek Yiyelim Dön Gel Zeynebim”, Hasbekli Salahattin Bölük’ten “Kara Gözlüm Kar Yağdırdın Başıma”, Murat Çobanoğlun’dan “Kiziroğlu Mustafa Bey peh peh peh!”,Neşet Ertaş’tan “Zahide gurbanım”, Aşık Mahsuni’den “ Dumanlı Dumanlı Oy Bizim Eller”… türkülerini beleşten dinlemeyenimiz yoktur.
Foto Kunt’tan, daha sonra açılan Foto Öğretmen’den( Kaşif Kani Ertürk Hoca) fotoğraf çekinmeyeniniz yoktur.
Tek Mehmet’in, Murtaza’nın çaman (çemen) ekmeğinden yemeyenimiz yoktur.
Güvercin Taklası, Dalye, Çelik-Çomak, Uzun Eşek, Birdirbir, Tütüncü oynamayanımız yoktur.
Ömer Ağa’nın yazlık sinemasında çekirdek çitleyerek Kartal Tibet’in “Tarkan” filmini ağzı açık izlemeyen, kışlık sinemasında(bol sigara dumanlı) film izlerken “Ömer ağa sees!” diye bağırmayanımız, Haysiyet Divanı Başkanı Kır Ali’ye yakalanmayanımız yoktur.
O yıllarda sinema sanatçıları; Ayhan Işık, Kartal Tibet, Türkan Şoray, Cüneyt Arkın, Tugay Toksöz, Aytaç Arman, Tanju Korel, Fatma Girik, Önder Somer, Engin Çağlar, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, Vahi Öz, Serdar Gökhan, Ediz Hun, Orhan Günşıray gibi sanatçıların isimlerini ezberlemeyen, onların resimlerinin olduğu kartlardan biriktirmeyenimiz yoktur.
Pazar günleri Baran Caddesi’nde kurulan pazarı, cumartesi gününden gelen pazar esnafının Ilısulu Hasan Ağa’nın Emniyet Oteli’nde gecelediğini bilmeyen yoktur.
Pazar pazarında;
*Tepedoğanlı Kara dayının –ağzından köpükler saçarak- “Eşini bulana bedava!” diye bağırarak sattığı lastik (soğuk kuyu) ayakkabının diğer eşini aramayan,
*Soğuk su, limonata satmayan, içmeyen, el arabası ile evlere yük taşımayan,
* “Perma Sarp jilet” diye dolaşan uzun boylu, gizemli adamın ajan olduğunu söylemeyen,
*Büyükçe bir sacdaki kırmızı yağ gölünde pişen sucuğun; ikiye ayırıp kırmızı yağına kuş kanadı gibi açılan ekmeği batırıp içine konulan sucuk ekmekten yemeyenimiz, yerken lezzetinin zevkinden gözlerini kapata kapata yemeyenimiz yoktur.
Ceylanların bakkalından bisküvi arasına lokum yayıp yemeyenimiz yoktur.
İlkokulda Marşal yardımıyla gelen; soya unundan bazlama yemeyen, süt tozundan süt içmeyen ve teneke kutuda katı bitkisel yağ yardımı almayanımız yoktur.
Kışın çat ayazda dilini okulun demir kapısına yapıştırmayanımız yoktur.
Sabah kitap ve defterlerini yanına alıp okula giderken; üç Gulhü bir Elham okuduktan sonra o duaların yüzü gözü hürmetine;
” Yareppim! Beni müdür ve müdür yardımcısı ile zinhar karşılaştırma. Onların şerrinden beni koru. Ders anlatmaya çıkaran öğretmenlere beni gösterme. Zaten çalışmadım. Onların dayak ve hakaretlerinden beni muhafaza eyle. Okuldan dönüşte dayak yemeden, yara almadan, bir yerim kırılmadan, sağ salim geri evime dönmeyi naip eyle! Yarebbi!” diye dua etmeyenimiz yoktur.
Sarıkaya sokaklarında gezerken Dursun emmiye rastlayıp, korkudan yolunu değiştirmeyenimiz yoktur.
İlçenin ilk avukatlarından Hasbekli Ömer Mutlu’yu, sonradan büro açan Abdurrahman Aytekin’i bilmeyenimiz yoktur.
Halit Hoca’nın(Aytekin), bıyıklarını, fötr şapkasını ve Anadol otomobilini bilmeyenimiz yoktur.
Çıkrıkçılı Ali Balta Hoca’nın ilk Wolswogen (Tosbağa) alıp köyünde evinin önüne park ettiğini, sabah uyanınca komsuları toplanıp;
“Ali Hoca, araban hayırlı olsun. Aç bakalım ön kaputu motoru nasılmış bakalım?” dediklerini, Ali Hoca kaputu açtığında motoru göremeyince:
“Arabamın motorunu çalmışlaaaar! Ben nerelere gideeeem!” (Tosbağaların motorunun arkada olduğunu, önde bagaj bulunduğunu bizler o elim olaydan sonra öğrendik.) diye feryat ederek dizlerini dövdüğünü duymayanımız yoktur.
Sofra tahtasına gaz lambasını koyup ders çalışmayanımız yoktur.
Eski hamamlara, annesiyle birlikte kadınlar hamamına gidip yıkanırken, biraz kabarmış erkek çocuklarına;
“ Kele anam bunu niye getirdin, kocanı da getireydin bari!” sözlü sataşmalara maruz kalmayanımız yoktur.
Ilısu’nun bağlarına gidip kayısı, üzüm yemeyenimiz yoktur.
“ Bir bilmecem var çocuklar, haydi sor sor, çayda kahvaltıda yenir, acaba nedir nedir? Eti Eti Eti … reklamını, “ Vıııınnnnn! Magurus geçti” reklamını radyodan dinlemeyenimiz yoktur.
Magurus otobüslerle Ilısu, Kadılı, Karaveli’den gecen eski stabilize yoldan Yozgat’a, Kayseri’ye gitmeyenimiz, Yozgat’a ilk gidişte;
” Anam ne uçsuz bucaksız şehir! Kaybolmayalım, arkadaşımızın, babamızın peşini zinhar bırakmayayım!“ diye düşünmeyenimiz, Büyük Sinemada film izleme ayrıcalığını yaşamayanımız yoktur.
Fukaranın Uşağı’nın yüksek sesli ara gazı vere vere giden, Ford kamyonunun üstü çadırla kapatılmış kasasında, Kanak Çukuru güzergahındaki köylere seyahat etme ayrıcalığını yaşamayanımız yoktur.
Yakup Ağa ve Efsal’in çalıştırdığı ilçemizin ilk fabrikası olan tuğla fabrikasının, makine dairesinde, uzun bacalı fırınında, kurutmalığında, marangozhanesinde, toprak kamyonunda-yaz tatillerinde- çalışmayanımız yoktur.
Ortaokul ikide okurken ilçemize elektrik bağlandığını, trafonun başında gaz lambası yere atılarak kırıldığını bilmeyenimiz; Yeşile boyalı ağaç direklerde beyaz çinko şapkalı, sokak lambalarının yandığı geceleri, o hayran olduğumuz ışık şovunu izlemeyenimiz yoktur.
İlyas Hoca'nın oğlu Mamuş'un bisikletine beş dakikası beş kuruşa binmeyenimiz yoktur.
Elektriğin gelmesi ile birlikte Baran Caddesi’ndeki kahvesine ilk siyah beyaz televizyonu alıp, caddeden görülecek şekilde karşıya astığını görmeyenimiz yoktur
Televizyonun sadece ajansları vermek için İstiklal Marşı ile açıldığını, akabinde İstiklal Marşı ile kapandığını bilmeyenimiz yoktur.
Öğrencilerin kahveye girmemesinin yasak olduğunu; dışarıdan sesleri duyamadan sadece görüntüleri izleyebildiğimiz yaşamayanımız yotur.
Kahvenin camlar buğulanır, vicdan sahibi müşterilerden camı silmesini ister, çat ayazda titreyerek( görüntüler öte dünyadan geliyormuş zannederek) hayranlıkla izlemeyenimiz; kahveci, sık sık bardakları yıkadığı bulaşık suyunu (O yıllarda ilçede su çeşmelerden alınırdı, musluk suyu yoktu) dışarı serpecekmiş gibi, masum edalarla gelip bizim üstümüze bulaşık suyunu boca ettiğini yaşamayan;. O çat ayazda artık orada bir saniye durmanın yolu kalmadığı için; kemik gibi donmuş elbiseleriyle evine doğru hızla koşmayanımız yoktur.
Bizim kuşaktan tarlada tırpanla ekin, çayır biçmeyen, biçerken sivrisinek, ondan küçük üvezlerin saldırısına uğramayan, dirgenle deste, anadutla yığın yapmayanımız yoktur.
Yığından bir anadutu doldurup, arabaya yüklemek için yöneldiğinde ters yönden esen sert rüzgârla arabanın tersi istikamete doğru istemsizce koşar adım giden “Harman savururken esmezsin!” diye sokranan (harman savurma zamanında da gerçekten esmeyen) rüzgara kızmayanımız yoktur.
O zamanlarda meşhur olan su değirmenlerine gitmeyen; giderken çuvalı eşeğin üstünden yola ya da değirmeni çalıştıran suya düşürmeyen; kocaman değirmen taşının nasıl döndüğüne akıl erdiremeyen; şeytan bacağı denilen kol boyunda tahtanın taşa çarparken çıkardığı sesi dinleyip, buğday tanelerinin sırasını bozmadan düzenli akışını izlemeyen, un kokusunu burnuna çekmeyen; değirmencinin sıcacık pişirdiği mayasız ekmeğin tadına hayran olmayan yoktur.
Telden dört tekerlekli araba, kabak tekerlekli araba, tornet tekerlekli araba yapmayan, sürmeyenimiz yoktur.
“Ilıksulu Rasim dayının oğlu Ahmet hoca yetmişli yılları ne gozel yazmış Yöre Haber Gastesinde Okuduuu!” demeyenimiz yoktur. 24.02.2018
ahmet.kocak16@hotmail.com