MAHALLEMDEN MANZARARLAR
Sabahın saat dördünde uyanıp balkona çıktığımda Uludağ’dan inen temiz havaya bahçelerdeki ıhlamurların kokusu karışmış; burunlara ve akciğerlere bayram ettiren güzel bir hava ile karşılaştım. Motorlu taşıtlar ve insanlar uykuya dalınca doğa işçileri havayı temizleyip yarın için hazırlamışlar. Böyle temiz havası olan mahallemin sokaklarında yürüyüş bahane, duyduklarım, gördüklerim şahane havasında geziye çıktım.
Çiçekdağlı, yetmiş beş-seksen yaşında Hayri Emmi yine aynı saatte, aynı yüz ifadesi, aynı kahverengi orlon takkesi, aynı adımlarla, elindeki market çantasını aynı ileri geri ritimde sallayarak geçerken, yine aynı ses tonu ile “günaydın hoca.” deyip yoluna devam etti. Ben onun geçtiği saatte saatin kaç olduğunu bilirim. Evde, bakımını yaptığı yatalak karısı ile yiyecekleri ekmeği başkalarından beklemek yerine - kendi göbeğini kendi kesmeye alıştığından- rutinini hiç bozmadan alışıldık günlük aktivitesini yerine getiriyordu. Hayri emmide yazılacak çok öykü vardır da, dar kelime dağarcığından dolayı olsa gerek pek kısa konuşur. Onu deşmek adına sorularıma;“ köyde çobanlık ettim”, “ dört çocuğum var” der, gerisini sen türet demek ister. Bu kadar ipucu ile öykü yazamam ki. Yürümeye devam ettim...
Karşıdaki yaşlı teyze, eli arkasında mahalleyi keşfe çıkmış yine. Kime kim gelip gidiyor, kimin kızı evlenmiş, mahalleden kim taşınmış, yeni taşınan olmuş mu? Bir süre sokağı izler; gördüğünü duyduğunu zihninde mayalanmaya bırakmak için eve dönüp şekerleme yapar. Anlatacak birini buldu mu ballandıra ballandıra anlatır ki dinlemeye doyum olmaz.
Üst sokaktaki kokmaz bulaşmaz komşu akşamdan beri hapis olan, hapisliğinin acısını durduk yere havlayıp, çevreyi rahatsız ederek çıkaran köpeğini bıraktı. Hayvan öyle sıkılmış ki hızla sokağı terk edip gözden kayboldu. Mahalleyi sessizlik sarıp sarmaladı.
Yaşlı teyzenin erkek sürümü olan ben de turumu tamamlayıp eve geldim. O, anlatıcı olduğundan dinleyecek birini bulmalı. Ben yazdığımdan dinleyici aramam. Şanslıyım.
Evin bahçesine gireceğim sırada bir şeyler söylemeye çalışan bir sokak köpeği dikkatimi çekti. Beni önceden tanıyormuş gibi kuyruksallayan köpeği incelemeye başladım. Karnı açlıktan içine göçmüş, kaburga kemikleri sayılıyor. Gözleri “ bana bir lokma yiyecek verirsen birkaç gün daha bu dünyada kalabilirim. Yoksa Abbas yolcudur ona göre.” der gibi bakıyordu. Ben de ona doğru bakarak içimden: “Zaten ben de kalıcı değilim dünyada.” dedim. “Felsefe yapmanın hiç sırası değil!” bakışını okudum gözlerinden. Durum ciddiydi.
Karınları tok, sırtları pek iken insanlarla pek muhatap olmak istemeyen bu özgür ruhlu sokak köpeği belli ki açtı ve menfaati gereği bana kuyruk sallıyordu. Böyle bir durumda kim sallamaz ki? Hem aç muhtaç, hem de kuyruk teker gibi gezen insanlara benzemiyor. Yoksa bana ne milletin kuyruğundan. İstemsizce oluşan merhamet hormonlarımın kokusunu alıp, kendisine birazdan yiyecek bir şeyler vereceğimi anlamıştı bile. Hormonlar yalan söylemez. Hemen eve doğru yönelişimi mutlulukla karşıladı, beni eve yönlendirmek için hafif kıpırdanıp reverans yaparken; kuyruğu bir yere, bir havaya çarparak daireler çiziyordu.
Evde öğleye çorba yapılmak üzere bekleyen tavuk suyu vardı. Tavuklar için alıp kuruttuğum ekmekleri tavuklar için kullandığım tencereye koyarak üzerine ılık tavuk suyunun yarısını döktüm. Artık biz az yiyecek, köpeğin yaşamasını sağlayacaktık. Dışarı doğru çıkarken saygı ile kalktı, kuyruğunu daha hızlı sallarken kafasını yere doğru eğdi. Bu hem minnet selamı, hem de “çabuk koy önüme hemen yemek istiyorum” hareketi idi. Önüne yemeğini koydum. Önce dili ile “şlap” “şlap” sesleri çıkararak lezzetli suyu mideye indirdi. Ardından da dişleri ile ısırdığı yumuşamış ekmekleri kafasını geriye doğru silkeleyerek yutağına gönderip yuttu. Yemeği bitirdikten sonra dili ile ağzının etrafına bulaşan kıymetli yiyecek artıklarını da yalayıp yuttuktan sonra koşar adım uzaklaştı. Ne çıkarcıymış! Biraz oyalanmaz mı hayvan? Ne de olsa karnı doymuş, bana müdanası kalmamıştı. Kuyruk sallamayı, sevecen bakmayı bırakıp beni görmezden gelir tavrı biraz üzse de bu hareketini; “ yemekten sonra ya kırk adım at…” olarak algıladım. Alınmadım. Bir kez de karnı doyunca inceledim sanki kaburgaları sayılamaz olmuş, karnı biraz şişmiş, tavlı bir köpek haline gelmişti. İyi oldu. O mutlu, ben mutlu şekilde bir süre daha sokakta bekledim.
Etrafa bakarken -benim merhametli biri olduğumu söylemiş olsa gerek ki- giden köpek bir başka arkadaşını göndermiş. Ufak, alacalı, kıllı bir köpek geçmiş on metre yamacıma yatmış. Gözlerim uzağı iyi seçemediğinden dikkatle baktım kedi mi köpek mi diye. Köpekmiş. Bakışlarımdan rahatsız oldu, gözlerini kaçırdı. Hem sokak köpeği ol hem de utan! Utangaçlığı hoşuma gitti. Dikkatli bakmaya devam ettim. Kaçıp gidecekmiş gibi ön patilerini çekip uzattı. Bakmaya devam ettim yerimden kıpırdamadan. Öyle bir rahatsız ki görmelisiniz. Kafasını çevirip beklemeden hemen gözlerime bakıyor; bakıyor ben yine bakıyorum yine gözlerini kaçırıyor. Başladım ellerimi birbirine vurarak gülmeye.
Yoldan geçen bir genç benim köpeğe doğru dikkatlice baktığımı ve güldüğümü görünce o da durdu baktı “bu adam neye bakıyor” diye. Bizim utangaç köpek iki kişinin baktığını görünce ayaklarını toplayıp uzatma hareketlerini sıklaştırdı. Gence dedim ki:
“Haydi ikimiz de eğilerek dikkatle bakalım köpeğe.” Gençle birlikte eğilip daha dikkatle baktık. Köpeğin hallerine o da başladı gülmeye. Hayvan artık dayanamadı kaçtı gitti. Sadece bakışımızla hayvanı kaçırmıştık.
İçimden; “yüce Mevla verdikçe veriyor yazacak konuyu!” diye geçirmeden edemedim. Buzdolabı, saat, tavuklar, kumrular, kediler, derken bir de sokak köpekleri ile yaşadıklarımı yazmak nasip oldu.
ahmet.kocak16@hotmail.com
MAHALLEMDEN MANZARARLAR
YORUMLAR