DOYDUĞUN YERDEN DOĞDUĞUN YERE GİTMEK
İnsanın kişiliği doğduğu yerde oluşur. O coğrafyaya uygundur kişiliği. Doğduğu yerde doyamayan insan doyacağı yere göç eder. Farklı coğrafyada yaşamak onu zorlasa da zorunludur. Aklı hep doğduğu yerde; çocukluğunda, ailesinde, dağında, ovadaki tarlasında, hayvanlarında, anılarındadır.
Doğduğum köye geldim. Uzun yol yapmış, müzmin hale gelmiş bel fıtığımı dinlendirmek için halı kaplı sekiye uzandım. Köyü dinledim. Köyden hiç ses, seda gelmiyor. Köpekler havlardı, çocuk sesleri duyulurdu. Onlar da susmuşlar. Sonraki günlerde karşı mahalleden bir köpeğin sesini duydum. Köydeki evlerin yarısı sahipleri gibi uçmuş, uçmaya aday evler sırasını bekler haldeydi. Köyüm uzun yıllar elli hanesini hep korudu. Köyden şehre göçten nasibini almış, otuz haneye düşmüş.
İğde ağaçları kendilerini diken sahipleri gibi devrilip toprağa düşmüşler. Kimisi çoktan kurumuş, kimisi yüzükoyun yere uzandığı halde toprakta kalan birkaç kökün beslemesiyle hala yeşilliğini koruyor; “ölmedim; dimdik olmasa da hâlâ ayaktayım, yaşıyorum” diyor. Canlı kalan birkaç iğde ağacı da diğerlerine göre genç olanlardı.
Issızlık ve sessizliğin hüküm sürdüğü yerde yaşamak zordur. Geçici olduğunu bilmek teselli kaynağı oluyor. Bir yazar; “Yazmasam yaşayamazdım,” der. Ben de yazmasam yaşarım ama çok usanırdım. Yazdığım için fazla usanmadım. Gurbetten gelenlerin eline bakarlar “ne getirmiş bize” diye. Ben de elim boş gitmeyeyim; yaşadıklarımı, duygu ve düşüncelerimi, anılarımı anlattığım bir yazı götüreyim dedim. İnternet erişimim olmadığından yazıp beklettim. Heybemde getirdiğim bu yazımı umarım beğenirsiniz.
Şehir ışıklarından, etrafı saran çok katlı binalardan dolayı birkaç yıldız görülen, görmeye değmeyen gökyüzünün aksine gökyüzü çocukluğumdaki gibi yıldızlarla bezeliydi. İlk işim büyük Ayı yardımıyla Küçük Ayı’nın kuyruğundaki Kutup Yıldızı’nı bulmak oldu. Nedense her bulduğumda sevinirim. Birer birer burçları buldum.
Çocukluğumda sergi yanında yatağımda sırt üstü yatıp izlediğim Samanyolu’nun güneyden kuzeye uzanışını izlerdim.
Bu sonsuz evrende toz zerresi kadar olan bu dünyaya sığmıyor insanoğlu. Ha bire birbiriyle savaşmaya, birbirini zamana göre değişen silahlarla öldürmeye devam ediyor. Birinci ve ikinci dünya savaşlarından ders almayan insanoğlu bölgesel savaşlarını sürdürüyor. Belki kırk elli yıl sonra ileri gidip savaş belasından yakasını kurtarır insanoğlu, diye düşünürdüm. İnsanoğlunun binlerce yıldır hayretler içinde izlediği, şarkılar söylediği yıldızlar önüme serilmişti bir daha. Birçok yıldız sandıklarımızın milyarlarca yıldızı içinde barındıran galaksiler olduğunu biliyorum. Gördüğüm yıldız ve galaksilerin birçoğu belki yok olmuş; yüzlerce, binlerce milyonlarca yılda ancak ışığı bize ulaşan yıldızlar… Ürperdim! Gözümüzü üzerine açtığımız Dünya dediğimiz evimizin de aslında uzay boşluğunda bilinmeze doğru giden bir gök cismi olduğunu düşününce ürpertim daha da arttı.
Gözüm Yedi Kardeş dediğimiz küçük yıldız kümesini aradı. Uğraşmalarım sonunda kuzey -doğu ufkunun yukarısında belli belirsiz görebildim. Yeri biraz daha yukarılardaydı. “Demek ki, aradan geçen elli yılda Yedi Kardeş’in yeri değişmiş olmalı” diye düşündüm. Gök cisimlerin yerleri ve görünüşleri bulunulan ülkeye göre değişebiliyor. Suudi Arabistan’da Hilal’in sırt üstü yatık, sivri uçlarının minare âlemlerindeki gibi yukarı doğru baktığını görmüş “Eyvah! Ay’a bir şeyler olmuş!” diye korkmuştum. Konuma göre, Dünya’nın değişik yerlerinde Ay’ın evrelerinin değişik şekillerde görüldüğünü anlamıştım. Bir arkadaş; “Ay burada sırt üstü yatmış vaziyette görülür. Araplar da ayı örnek alır, hiç çalışmaz sırt üstü yatarlar,” demiş, beni güldürmüştü. Yıldızları izlerken aklımdan şu düşünceler geçiyordu:
On üç milyar yıl önce; tüm evrenin, paralel evrenlerin toplu iğne başı kadarken büyük bir patlama ile uzaya dağıldığına aklım yetmedi. İlk başta tek tip atomdan oluşurken yıldızların patlamaları ile yüzlerce, belki binlerce atom türünün oluşması; beni oluşturan atomların da on üç milyar yıl yaşında olması şaşırttı beni. Proton ve nötronlardan oluşan çekirdek etrafında dönen elektronları (çekirdeği futbol topu kadar büyütsek elektronların sekiz kilometre uzaktan döndüğünü, devasa bir boşluk olduğunu biliyoruz) hayalimde ne kadar sıkıştırsam tüm evreni toplu iğne başı haline getiremedim bir türlü. Hatta atomlardan oluşan kendi bedenimi o kadar küçültmeyi bile başaramadım. Sonra, o zor düşünceleri zihnimden kovdum. Kovamayanların gideceği yerin Bakırköy Akıl Hastanesi olacağının bilincindeyim.
Sabah imam, “Allah-ü ek…” der demez sıçrayarak uyandım. Kahvaltımı hazırladım. Tüm köyün sığdığı pencerenin önündeki masada kahvaltımı yaparken dedemlerin bahçesindeki arılıktan bir tilki çıktı, ahırların oradan mezarlara doğru yoluna devam etti. Şaşkın bir şekilde ürkütmeden izledim tilkiyi. Köy o kadar ıssızlaşmış ki, içinde tilkiler yaşar olmuş. Kahvaltıdan sonra arılığa gittim. Baktım ki beş tane yavrusu var ve içgüdüsel olarak hiç ses çıkarmadan duruyorlar. Yakınlarda yaşayan kedi köpek de olmayınca güvende olmalılar.
Sessizliği içime sindirerek bir hafta doğduğum yerde; internetsiz radyosuz, televizyonsuz yaşadım.
Doyduğum yere doğru hareket ettim. Radyoyu açtım. Haber sunan kadın:
“Hamas militanlarının müzik festivalini havadan gelerek basması ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelen insanları, birçok İsrail vatandaşını katletmesi ve esir almasıyla İsrail’in intikam saldırıları dozunu arttırarak devam ediyor sayın dinleyiciler. Gazze bir yıldır bombalanıp yıkılırken kırk bin Filistinli yaşamını yitirdi. İsrail, Hamas liderini İran’da, Hizbullah liderini Lübnan’da öldürdü. İran dün akşam İsrail’e iki yüzden fazla füze fırlattı. İsrail, İran’a çok yakında sert bir karşılık verilecek, açıklaması yaptı,…”
Haberleri dinleyince geri dönmek geçti aklımdan. Yapamadım. Doyduğum yerde kurulu bir düzenim var. Sevdiğim güzel bir kentte yaşıyorum. Çocuklarım, torunlarım var. Alışkanlıklarım, dostlarım var. Yapamam. Bu acı haberleri duya duya doyduğum yerde yaşamaya devam edeceğim..
ahmet.kocak16@hotmail.com.