YUMURTACI DAYI GELMİŞ
“Kapıyı vurdum. Küçük bir kız çocuğu açtı. İçeriden annesi bağırdı:
“Gelen kim?”
“Yumurtacı dayı gelmiş.” Gülümsedim. İçeriden annesi ıslak ellerini eteğine silerek geldi. Yüzünde ‘ağız yer, yüz utanır’ gülümsemesi, içinde yardım edene karşı kıskançlık ve öfke; “Aa kızım, Kahraman amca gelmiş desene. Sen onun kusuruna kalma Kahraman abi. Çok teşekkür ederim zahmet etmişsiniz.”
Kahraman Bey yazılarımı, kitaplarımı okumuş. Messenger’den telefonumu istedi verdim. Aradı;
“Merhaba Ahmet Bey. Beni tanımazsınız. Ben sizi, Anadolu kokan öykülerinizden tanıyorum. Ne kadar da bizden öyküler. İçtenliğiniz, kendinizle dalga geçmeniz, duygulanmak ve gülmek gibi iki ana duyguyu yansıtmanız çok hoş. Öykülerinizde kendimi, çocukluğumu buldum. Yazma lütfunda bulunursanız anlatacaklarımın kaleminizden yansımasını okumayı çok isterim.
Emekli inşaat mühendisiyim. Adımı ve insanlarına yardım ettiğim yöreyi yazmazsanız çok mutlu olurum.”
“Övgülerinize çok teşekkür ederim. Tabii ki yazmam. Buyurun sizi dinliyorum.”
“Bir sabah, üzeri çeşitli kahvaltılıklarla dolu masada yermiş gibi yaparken bir çocukluk anım aklıma geldi. Bağışlayın lütfen; küçüklüğümde yok evin aç itiyken şimdi tok evin aç iti durumundayım. Yoksul ama bu yoksul yaşamı hak etmediğine inandığı için kızgın, kızdıkça acısını annemizden ve bizden çıkaran bir babanın yedi evladından biriydim. Bir sabah annem kahvaltı için bol sulu, içinde bulgur aradığımız çorba koydu sofra tahtasına. Siyah önlüklerimiz üzerimizde tam kaşıklar iştahla dalacakken babam çorba tasını olduğu gibi pencereden dışarı fırlattı. Ellerimizde kaşık kala kaldık. Evde bir savaş başladı. Bu savaşta yenilen ezilen hep annemizdi. Evimizde sıradan bir gündü ve biz bu durumu kanıksamıştık. O harp arasından sıyrılıp dört kardeş okula aç gittik çoğu zamanki gibi. Bu anım aklıma gelince başladım çocuk gibi ağlamaya. Sosyetik karım bir anlam veremedi. Neden ağladığımı sormadı bile...
Efendim, o gün okulda- sonradan Marşal Yardımı olduğunu öğrendiğim- süt tozundan yapılmış süt, soya unundan yapılmış bazlama verildi beslenme saatinde. Bazı varsıl aile çocukları yemek istemeseler de bana bal gibi gelirdi.
Bu yoksulluktan kurtulmalıydım. Çok ders çalıştım. Öğretmenlerin yönlendirmesiyle parasız yatılılık sınavını kazandım. Liseyi bitirene kadar beni devlet okuttu. Yine devlet bursuyla inşaat mühendisliği okudum. Önce biraz para biriktirmek, devlete olan borcumu ödemek için devlet kurumunda çalıştım. Zorunlu hizmet sürem dolunca ayrıldım. Oyunumu; beni ve ailemi çarkları arasına alıp ezen, acımasız kapitalist sistemin kurallarına göre oynamam gerektiğini anlamıştım. Villalar, lüks apartmanlar yapıp satmaya başladım. Öyle hırslıydım ki sormayın. Gece gündüz çalıştım. Çok zengin oldum. Devlete minnettar, zenginlere düşmandım. Onlar için yaptım binaları. Hepsini onlara sattım. Şimdi ben de o kızdığım zenginlerden oldum.
Bir çocuğun gelişiminde olmazsa olmazı; et, süt, yumurtadan mahrum büyümüştüm. Anadolu’da benim gibi çocukluk geçiren çocuklar geldi aklıma kahvaltı masasında. Kendimi emekli ettim. Şirketi çocuklara devrettim. Anadolu’nun yoksul bir yöresini seçtim. Akarsu kenarında üç yüz dekar tarla aldım. Tarlaları karnını doyurmayan, gözü büyük şehirde olan köylülerden almam zor olmadı. İşe yaramaz yerlerini satın almak isteyen bir enayi bulduklarına sevindiler. On dönümünü çitle çevirdim. Büyük bir kümes ve bir ahır yaptım. Kendim için bir ev, evin bitişiğine de çalışacak kişinin ailesiyle barınacağı bir ev daha yaptım. Tavukçuluk ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapıyorum. Beş bin tavuk, yüz koyun ve yirmi ineğim var.
Yoksul, kirada oturan çok çocuklu, genç bir çalışan bulmam zor olmadı. Tarlaları ekiyor, hayvanların bakımlarını yapıyor. Tarlalardan çıkan buğday, arpa, mısırı tavuklara; samanı ineklere veriyoruz. Sulanabilir yerlere de yonca ve mısır ekiyorum. Hepsi hayvanlar için. Öyle bir sistem ki, bana bir zararı yok. Kendi kendini çeviriyor, yeterli miktarı satılıyor hayvanların ve çalışanın masrafını karşılıyor, kalanı da yoksul ailelere yumurta, et, süt olarak dağıtılıyor. Yaşlanan inekler, koyunlar büyüyen tosunlar, koçlar, horozlar kesilerek yoksullara dağıtılıyor. Kuruluşunda yaptığım masrafın dışında hiçbir masrafı yok.
“Taşıma suyla değirmen dönmez”, “Elden gelen öğün olmaz, o da zamanında bulunmaz” dense de bu yörede yaşayan yoksul çocukların yumurta, et, süt gereksinimini karşılıyorum. Bütün bunları devletin bana verdiğini iade etmek, çocukken kimseden bir tas süt gelmemesine kızgınlığımı yatıştırmak için yapıyorum.
Kolilerle yumurtaları, kovalarla sütleri kamyonete yükler haftada bir gün kendi elimle dağıtır, yerine ulaştığından emin olurum. Gözüm arkada kalmaz. Çalışan ve çocukları da mutlular. Geldiklerinde benzi soluk çocukların benzi kanlandı.
Yaşım altmış beş. Çok şeyler yaşadım. İnsanları, ihanetlerini çok iyi bilirim. “Bu kişi neden bana kötülük etti ki; bir iyiliğim de dokunmamıştı” sözü hiç aklımdan çıkmaz. Yardım ettiğim insanlara karşı devamlı dikkatli olurum. İş verdiği, karnını doyurduğu insanlar tarafından öldürülen çok insan olduğunu biliyorum.”
Kahraman Bey çok şeyler anlattı. Zaman zaman arar konuşuruz. Beni çiftliğine davet etti. Belki bir koli yumurta da bana verir.
Adlara kıran girmiş gibi öykümün kahramanına “Kahraman” adı vermem de ilginç. O zenginden alıp, yoksula dağıtan öykü kahramanı Robin Hut. Adı da çok da yakıştı. Nasıl, Kahraman Bey olmuş mu?
ahmet.kocak16@hotmail.com