YOLCU UÇAKLARI
Aktif olarak yolcu uçağı üreten ülkeler:
Airbus - Fransa, Almanya, İspanya, Birleşik Krallık, Kanada,
Antonov – Ukrayna,   ATR Aircraft - Fransa, İtalya 
Boeing - Amerika Birleşik Devletleri.
Comac – Çin, De Havilland Canada - Kanada. 
Embraer – Brazilya ve Irkut Corporation - Rusya İmiş. 
İçlerinde ülkemiz yoktur. Nasıl olsun ki; Milli Eğitim Bakanlığımız ‘buluş yapamayacak kuşakları nasıl yetiştirebiliriz’in Türkiye Yüzyılı Maarif Müfredatını (Adı da dili de ilginç) yürürlüğe koydu. Uygulamak için çalışıyor. Okullarda çocuklara ezberci eğitim versin diye imam, şeyh, tarikatçı falan ayarlamakla uğraşıyor. Onlar çocuklara, bu dünyaya geçicidir önemli olan öbür dünyadır, diye eğitip anlamadıkları şeyler ezberletecekler. Böylece bilimden, teknolojiden medeniyetten bizi tamamen uzaklaştıracaklar. 
Bilgisayar, cep telefonu, uçak, helikopterler ve teknolojik her türlü aracı kullanmadan yapamayız artık. Dişimizden tırnağımızdan kısarak o araçları zorunlu olarak satın alacağız, alıyoruz.  Çocuklarına bilimsel, akılcı eğitim veren ülkeler refaha kavuşurken biz yoksulluk içerisinde yaşam mücadelesi veremeye devam edeceğiz bir süre daha. Yapacak bir şey yoktur. Çoğunluğun tercihi bu yöndedir. 
Dört motorlu, çift katlı ve 853 yolcu taşıyabilen dünyanın en büyük yolcu uçağı Airbus A380, 370.000 litre yakıt alabiliyorken, çift motorlu ve 151 yolcu kapasiteli bir Boeing 737 uçağı ise 26.170 litre yakıt alabiliyormuş. Uçaklar en fazla yakıtı kalkış ve iniş sırasında harcıyormuş. Son tahminlere göre dünyada bir günde yaklaşık 100 000 uçuş gerçekleşiyormuş. Buna her gün yollarda olan kara ve deniz taşıtlarını da eklersek tüketilen yakıtı, hava kirliliğini varın siz hesap edin. 
Yolcu uçaklarını izlemeyi çok severim. Bu sevgim, çocukluğumda arkasında beyaz sis bırakarak uçan uçakları izlememle başladı. Havaalanlarında beklerken iniş ve kalkışlarını, havadayken kanatlarındaki hareketlerini çok izledim. Uçaklar ne kadar güzel araçlardır değil mi?  İlk bindiğim uçak Boeing markaydı. Ortada beş veya altı koltuk, sağ ve solda üçerli koltukları vardı diye anımsıyorum. Çok heyecanlanmış, korkmuş bir an önce yere inmesini beklemiştim. O uçuştan aklımda pek bir şey kalmadı. İlk sevişme gibi coşkudan beyin kayıt yapamıyor demek ki. Çoğu yurt dışı olmak üzere on beş kez uçağa bindim. Avusturya’dan bindiğim son uçak çok türbülansa girdi. Atatürk Hava alanına inemeyip hava da birkaç tür attıktan sonra inebildi. Uçak yere tekerlerini koyunca yolcular alkışladı. Demek ki tek korkan ben değilmişim.
Nazım Hikmet; Hiçbir korkuya benzemez, halkını satanın korkusu diyor ya, o kadar olmasa da uçak korkusu da hiçbir korkuya benzemiyor. O korku yüzünden kaybettik Kemal Sunal’ı. On yıldır binmedim. Gideceğim uzak yerlere bile kara taşıtlarıyla gitmeye çalışıyorum.
 On bin metre yukarıdasınız. Bulutlar sekiz bin metre aşağıda; yeryüzü fiziki harita gibi altınızda ve lacivert renkli gökyüzü üstünüzdeyken uçak arıza veriyor…  O yükseklik ve denizlerin derinlikleri biz insanoğlunun yaşam alanı değildir. Havada ve deniz dibinde kendimizi hep tedirgin hissederiz. 
 

Uçak motoru üreten firmalar: ABD'den General Electric, Pratt & Whitney, İngiltere'den Rolls-Royce, Fransa'dan Safran'mış. 
Son derece güçlü jet motorlar sıkıştırdıkları havayı geriye doğru atarken uçağın ileri doğru gidişini sağlıyormuş. Tonlarca ağırlıkta olan uçakların nasıl havalandığına, nasıl havada kaldığına bir türlü aklım ermezdi. Motorların kanat altına hava üflediği için yükseldiğini düşünürdüm. Kanatların kendine özgü şeklinden dolayı, alttan geçen hava daha yavaş, üstten geçen hava ise daha hızlıdır. Kanatların alt ve üst yüzeyleri arasındaki havanın basınç ve hız değerleri arasındaki fark sayesinde yukarı yönde net bir kuvvet ortaya çıkıyor, bu sayede uçak, yer çekimi etkisini yenerek yerden yükseliyormuş. Üst bölümü oval, alt bölümü düz olan kanat yapısı yükselmesini sağlıyormuş. Üzerine üflenen kâğıdın havalanması gibiymiş.
Türkiye’ye bir dönüşümde çoğunluğu hacdan dönen yolcuların arasında yolculuk yaptım. Yanımda bir hacı vardı. Karşı koltukta İngilizce konuşan kadın ve erkek oturuyordu. Hostesler servis yaptı. Onlar şarap almış içiyorlardı. Yanımdaki hacı:
“Şu kâfirlere bak nasıl içki içiyorlar? Karının bacaklar açık, göğüslerini gösteren giysisi var. Bunları yatırıp kör bıçakla kıtır kıtır keseceksin.” 
“ Neden keseceksin? Onların kültürleri öyledir. Onlarda içki içmek haram değildir. Sen içmezsin olur biter. Bak hacı olmuşsun. İnsanların arkasından konuşmak,  onları kesmeyi düşünmek doğru değil.”
“Yok yok bunlar gavurdur. Gâvurları öldürmek sevaptır.” diye sürdürüp duruyor. Canım sıkıldı:
“Bak, hacca giderken bindiğin, üç saatte Arabistan’a gittiğin bu uçağı, Mekke’nin dayanılmaz sıcağını serinleten otelindeki klimayı, cep telefonunu, bindiğin diğer taşıtları hep onlar buldu ve yaptı. Uçağı bulmasalardı üç ayda ancak Arabistan’a gider, üç ayda da dönerdin. Onlara minnet duyup teşekkür edeceğine keseyim diyorsun. Yapma!” dedim ve sustu. Benim de o cahil, yobaz insanla konuşasım gelmedi.
Yaşamımızı kolaylaştıran buluşları yapan tüm bilim insanlarını saygıyla, minnetle selamlıyorum.
ahmet.kocak16@hotmail.com.