DİJİTAL ÇAĞDA OKUMA, GAZETECİLİK
Lisede okuduğum yıllardan 2010 yılına kadar gazete bayiinden günlük gazete alıp okuma alışkanlığım vardı. Hele hafta sonları gazete sayfasını açıp kokusunu içime çeke çeke okumayı; taze ekmeğin çıtırtıları arasında kahvaltı yapmayı çok severdim. İnternet yaygınlaştıktan sonra o alışkanlığımı yitirdim.
Köye giderken gazetemi alır; hangi gazete olduğu anlaşılmayacak şekilde ceketimin yan cebine koyardım. Bazıları gibi okuduğum gazeteyi göstererek çıkar peşinde koşmazdım. Amacım gösteriş değil radyo haberlerine yapılan yorumları okuyarak olaylara başka açılardan bakma alışkanlığı kazanmaktı. O zamanlar habere radyo, televizyon ve gazeteden başka erişme olanağı yoktu.
Dönüşümlü olarak alıp okuduğum gazeteler: Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, Sabah, Günaydın’dı. Yine okuduğum aklıma gelen köşe yazarları; Hasan Pulur, Hıncal Uluç, Çetin Altan, Muzaffer İzgü, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu gibi yazarlardı. Zamana göre değişen gazete ve yazarları okumaya uzun yıllar devam ettim. Her gün yazacak şeyleri nereden bulduklarına şaşırırdım ve onlara olan hayranlığım gittikçe artardı. Haftada bir çıkan dergileri de okuyarak çeşitlendirirdim. 
Köy yolunda rastlayıp birlikte yaya yolculuk ettiğim köyümün yaşlılarının:
“Ahmet yavrum gazete okumaktan ne anlıyorsun? Onlara vereceğin parayla fındık fıstık al ye. Hiç olmazsa vücuduna yarar.” diyenlere;
“Gazete okumak, kitap okumak, radyo dinlemek,  televizyon izlemek, gündemi takip etmek insanın beynini geliştirir. Beyin de vücudun bir parçası değil mi? Onu da beslemek gerekmez mi?” derdim. Bu yanıtıma şaşırır cık cık eder kafalarını bir sağa bir sola sallarlardı. 
Eskiden sayıları çok az gazeteci vardı. Gazetecilik okulundan ve ya iletişim fakültelerinden mezun olanlar ulusal ve çok baskı sayısı olan yerel basında çalışmaya başlardı. Az sayıda da olsa üniversitelerin başka bölümlerinden mezun olanlar da gazetecilik, köşe yazarlığı yaparlardı. Köşe yazarları daha çok siyasal bilgilerden, hukuk fakültelerinden mezun olanlar olurdu. 
Gazeteciler, fotoğraf makinelerini, taşıması zor kameralarını alıp haber yapmak için ter dökerlerdi. Basın toplantıları, protesto eylemleri, kazalar, cinayetler, polis muhabirliği, mahkemeler gibi yerlerde dolaşır zorluklarla bize haber yetiştirirlerdi. Bir de magazin gazetecileri vardı. Sanatçıların özel hayatlarını didikler bize ilgiyle okuyacak haber ve söyleşiler sunarlardı. Sayıları az olduğundan saygınlıkları da fazlaydı. 
Günümüzde yazarlar için yazacak konu o kadar çok ki hangisinden başlayacaklarını şaşırıyorlar. Siyasetçilerin çeneleri de eylemleri de hiç durmadan çalışıyor; gaf yapanlar, ağzına geleni söyleyenler, karşısındaki siyasi partiye vuranlar, onların taşını alıp geri onlara atanlar derken siyaset kurumu gazeteler için çok malzeme veriyor. Biz de ilgimizi çeken, başlıklarını beğendiklerimizi okuyoruz.
İnternetin yaygın olarak kullanıldığı günümüzde Türkiye’de Dünya’da çıkan tüm gazete ve dergilere internetten ulaşabiliyoruz. Ne güzel bir gelişme. Bu güzelliği de okuyan, araştıran bilgili insanların buluşlarına borçluyuz.  
Delikli demir çıkıp mertliği bozduğu gibi cep telefonu çıktı gazetecilik bozuldu. Herkeste olan cep telefonlarıyla biz de canlı yayınımızı Facebook’ta, Youtube’da, İnstegram’da, Twitter’da yayınlayabiliyoruz. Zaten gazeteciler de çoğunlukla o ağır fotoğraf makinelerini, kameralarını bırakıp cep telefonlarıyla haberlerini yapıyorlar.
Vatandaş olarak içlerinden seçip beğendiklerimizden haber değeri olanları, resim veya videolarını çekerek gazetelerin vat sap numaralarına gönderiyoruz. Haberimiz gazetelerde çıkıyor, televizyonlarda yayımlanıyor. İşte biz de olduk bir gazeteci.
 Ulusal ve yerel gazetelerde on binlerce yazar var. Kimisi köşe yazıyor, kimisi haber yazıyor. Elinde cep telefonu, dizinde bilgisayarı olan hem haber yapıyor, hem de köşe yazıları yazıyor. Sosyal medyada yazanlar da oldukça fazla; oku oku bitmiyor. 
Eskiden yazar sayısı çok azdı. İlçelerde çıkan yerel gazeteler yazar bulamazdı. Şimdi yerel basında bile yazar sayısı oldukça fazla. Yazan insan sayısı okuyan insan sayısını geçmiş durumda. Bu duruma sevinmeliyiz aslında da okuyan insan sayısı azaldığı için sevinemiyoruz. Gazetelerin baskı sayıları dibe vurmuş durumda. Kâğıt pahalandı. Yavaş yavaş daha az masraflı internet gazeteciliğine geçiyorlar. Yakında kâğıt olarak çıkan gazete bulunamayacak. Bize sevinmek için bahane çıktı; kâğıt savurganlığı azalır, ormanlarımız yok olmaktan kurtulur…
Faturalar, biletler de  kâğıt savurganlığı olmaması için artık mesaj olarak telefonlarımıza geliyor. Bu da güzel bir gelişme. Çoğunluk faturalarını talimatla hesabından ödüyor. İnternet bankacılığı ile ödemelerini bayilere gitmeden oturduğu yerden yapabiliyor. Dijital çağa ayak uyduramayan yaşlı vatandaşlarımız zorlanıyor, fatura gelmedi sanıp ödemiyor ve elektrik su, doğalgaz kesintileriyle karşılaşıyorlar.
Gençliğimde bir arkadaşım;
“O kadar kitap okuyorum. Bakıyorum kendimde bir değişiklik göremiyorum.” diyerek okumanın gereksiz bir eylem olduğunu anlatmak istemişti. Bir kitapla beş kitapla insanda bir değişiklik olmaz tabi; uzun yıllar ve çok okumakla değişim olur.
Buna kendimi örnek verebilirim. “Altmışından sonra yüzlerce makale, öykü yazacaksın. Kitaplar bastıracaksın,” deseler inanmazdım.  Hiç zorlanmadan bir oturuşta yazılar yazmamı, beş adet kitap yazmamı gençlik yıllarımdan beri okuyup beynimi geliştirmeme borçlu olduğumu düşünüyorum. Gençlere de okuyarak beyinlerini beslemelerini öneriyorum.
ahmet.kocak1@hotmail.com