OYUNCAK ÖRDEK
Facebook takipçilerimden bir kadın takipçim, “Feride” adlı yazımı okuduktan sonra Messenger’den bana kendi çocukluğunu ve yaşadıklarını yazmış. Ben de sizlerle paylaşıyorum:
“Sayın öğretmenim, yazılarınızı beğenerek okuyorum ve sürekli takipçilerinizdenim. İlkokul mezunu olan, okuma alışkanlığı olmayan anne ve babama sizin yazılarınızı pazar günleri okurum. Bizim oralarda eskiden köy odalarında okunan “Hayber Kalesi” öyküsü dinler gibi dinleler yazılarınızı. Aynı yörenin insanı olmamızdan olsa gerek; hafta sonu yanlarına gelişimi, yazılarınızı okumamı iple çekerler.
1980’li yıllarda dedemin yedi çocuğuna yeten tarlalardan gelen ürünler; en büyükleri olan babam ve amcam evlenip çoluk çocuğa karıştıklarında yetmez olunca dört çocuklu babama yol gözüktü. Acil lazım olacak birkaç eşya ile baba evinden ayrıldık. Gün bulup gün yediğimiz Ankara’ya geldik. Daha sonraları köydeki dirliği bile arar olduk. Doğru dürüst ne bir tahsil, ne de bir zanaat öğrenmemiş olan babam, bizi bir apartmanın bodrum katına bırakıp iş aramaya başladı.
Altı yaşımı geçmiştim. Ailenin en büyük çocuğu olmam nedeniyle o günleri ve bodrum katımızı gayet net anımsıyorum; bakımsız, kirli, korkuluksuz bir merdivenle aşağı inilirdi. Çardak kapısı gibi, tahtaları arasında bir santimlik boşluk olan kapısından girilince sizi tepede seksen santime kırk santimlik iki gözlü pencerenin ışığı karşılardı. Gözün biri kışın soba borusu takmak için sac ile kapatılmış, içeri giren ışık yarı yarıya azalmış durumdaydı. Diğer bölmesi açılarak hava ve ışık girmesini sağlayan camlı bölümdü. Bu küçük pencereden sokaktan geçenlerin ayakları ile gökyüzü gözükürdü. Arada bir sürülürken kafasını sallayarak hızla geçen bir çocuğun sarı renkli ördeği ile çocuğun ayakları da geçerdi. Pencerenin dibinde taşındığımızda var olan mavi boyalı tahta bir masa ile aynı renkte iki tahta sandalye vardı. Bu masa, benim dış dünya ile bağlantı sağladığım yerdi. Bağlantı yerleri ve çivileri cağşamış bu masa üzerine çıktığımda yıkılacağından korkan annemi bir telaş alırdı ama evde bunaldığımı bildiğinden ses etmezdi. Tahta masa üzerindeyken kafasını sağa sola sallayan, iki tekerlekli sarı, plastik ördeği daha güzel görebiliyordum.
Size evimizin geri kalanını tanıtayım: Orta yerinde bir kolon, kolona bağlanan ipe asılan çarşafla iki oda oluşturulmuştu. Bir odasında dört kardeş; hiç kaldırılmayan, aynı zamanda gündüz koltuk görevi gören yün yatak, diğer odada da aynı şekilde anne ve babamın yattıkları bir yer yatağı daha vardı. O yer yatağı gündüzleri toplanır, yere serilen pötikare sofra bezi üzerine konulan bakır tepside -olursa- yemek yenirdi. İki oda da bir yanda pencereye, diğer yanda mutfak olarak kullandığımız; sadece duvarda asılı terek(raf) ve içindeki kap kaçaklarla mutfak olduğu anlaşılan bir bölüme bakardı. Mutfak bölümünde yerde olan yetmişlik boru sığacak deliğe babam sokaktan bulup getirdiği bir tarafı kırık lavabo takmıştı. Yanında yer alan küçük masa mutfak tezgâhı görevi üstlenmişti. İçeride su yok, suyumuzu dışarıda sadece bizim kullandığımız tuvaletten bakır ibrikle taşıyarak irice bir çanaktan yapılmış küpe doldurur, gereksinimlerimizi karşılardık. Bahçedeki tuvaleti kullandıkça apartman sakinlerinin bize iğrenerek baktıkları, pis kokudan rahatsız oldukları her hallerinden anlaşılırdı. Yardımcı olmak yerine, “defolup gitsinler” asık suratlılığı içindeydiler. Herkes mutluluğun resmini çizerken biz yoksulluğun resmi çizmekteydik…
Siz hiç komşularınız tarafından iğrenilen, küçük görülen bir insan oldunuz mu? Ben okuyup ekonomik özgürlüğüme kavuşuncaya kadar böyle bir ortamda yetiştim.
Emsallerimin okula gidiş gelişlerini, mavi önlüklerini, mavi masama çıkarak izler; “babamın bir gün parası olursa beni okula gönderir” hayalleri içinde geçirirdim günlerimi.
Bir gün masama çıktığımda o oyuncak ördeğin çöpün yanına bırakıldığını gördüm. Anneme durumu anlattığımda; önce “baban kızar” dedi. Çok usandığımı, tek oyuncağımın kardeşlerim olduğunu düşünerek izin verdi. Hemen koşarak dışarı çıkıp o oyuncağı aldım, eve döndüm. Ördek sürülünce kafasını sallamıyordu. O nedenle çöpe atılmıştı. Ben ördeği sürerken küçük kardeşim ördeğin kafasını sallardı. Babam eve gelinceye kadar oynadım, kardeşlerime de oynatırdım. O gün çar çabuk geçip akşam olduğunda babam ördeği gördü, hemen çöpe bırakmamı söyledi. Çaresiz çöpe bıraktım.
Sabah çöpü almaya gelen çöpçünün biri ördeği eline aldı, evirip çevirdi, çöp arabasının şoför mahallinde koyup işine devam etti. Belli ki tamir edip çocuğuna verecekti.
Babam bir yıl sonra odacı olarak bir kamu kurumuna girdi. Evde bir süre bolluk içinde yaşadık. Bolluk dediysem üç öğün yemek yemeye başladık. O yemekler de iş yerinde artan, çöpe dökülmekten kurtulan yemeklerdi.
Sürekli giydiğimiz entarilerimizin yedekleri alındı.Eylülde okullar açıldı. Yakında olan bir ilkokula kaydoldum. Komşulardan önlüğü dar gelen bir ablanın yıpranmış ve rengi solmuş önlüğü ile okula başladım. Arkadaşlarımdan bir yaş büyüktüm ve o bir yaş büyük olmamın çok faydalarını gördüm. Sınıf başkanı seçildim. İlk okuyan ben olunca öğretmenimin gözüne girdim. Mustafa öğretmen bizi beş yıl okuttu. Onun önerisi ve yardımı ile parasız yatılılık ve bursluluk sınavını kazandım. Anadolu Lisesi’ni de kazanınca yaşamım değişti. Artık devlet bursu ile okumaya başladım.
Uzatmayayım, Liseyi bitirdikten sonra girdiğim üniversite sınavında Hukuk Fakültesini kazandım. Şu anda, Ankara’da bir hukuk bürom var. Amca ve dayıkızları kendilerini seçen erkeklerle evlenirken, evleneceğim erkeği ben seçtim.
İlk oturduğumuz apartman sakinlerinin tersine; müvekkillerimden aldığım bilgilerle nerede yoksul, çaresiz insanlar varsa evlerine gider, benim yaşadıklarımı yaşayan çocuklara oyuncaklar verir, okumaları için elimden geleni yaparım. İnsanlara yardım etmenin verdiği hazdan mahrum olan insanların iç dünyalarını çorak bırakmalarına, küçük hesaplar peşinden koşarken küçülmelerine hep üzülürüm. Çekirdek ailemin yanında; okumalarına vesile olduğum daha büyük bir aileye sahibim. Beş parmağın beşi bir oluncaya kadar yoksul insanlara yardım edilmesi gerektiğine inanırım.
Okumama, kendimi ve ailemi kurtarmama vesile olan Mustafa öğretmenimin yerine koyduğum sizi kendime yakın buldum o nedenle bu mektubu yazdım. Siz de yazılarınızla insanlara yardımcı oluyor, güldürerek, hüzünlendirerek, düşündürerek okumalarına vesile oluyorsunuz. Klavyeniz hep yazsın. Sağlıklı günleriniz olsun öğretmenim. Hoşça kalın!” Pakize Paksüt
ahmet.kocak16@hotmail.com